25 Temmuz 2018 Çarşamba

İnsan Ömrünün Cenin Pozisyonu Almasına Zamanın Tepkisi

Oturduğumuz semt gereği piyano tuşlarının o mukaddes sesi gelmeyecekti elbette sokaktan. Başka bir sesin daha önce görülmemiş bir rengi bu kulağıma çalan. Ben bugün olduğumdan daha küçüğüm; aynada baktığımı aktarıyorum. Ayna salonun yan odasında ama salon ile arasında bitişik iki kapılı büyük bir kapı, kendi kapısı dışında. Daha da küçük iken bana salıncak olan. Birinci dereceden bir tık yukarı ama yakın bir akraba olabilir belki, yan odada rengini anlatamayacağım çevirmeli bir telefon yardımı ile uzaktaki birileri ile görüşme yapıyor. Ben adının yatak odası olduğunu bildiğim bir odadayım. Elbise dolapları benden fazlası ile yaşlı.

Birde yatak var odada büyük pay sahibi ve bana bir şeyler söylüyor. Yanlış anlamıyorsam, ranzasının altında saklananlardır anlatıyor. Mutlu değil belliki. İnsanlara temas eden yüzeyi dalgalı, biraz dağınık. Bu da böyle olsun denilebilecek bir buzdolabı var, ömürlük. Ev genel anlamda ufak ama kış günü sıcak olur böylesi. Göğsüm sıkışıyor, evde ondan başkası yok. Yatağı daha iyi duyabilmek için üzerine yüzü koyun uzanıyorum. Telefon görüşmesi devam ediyor. Bu sefer buz dolabı dile geliyor ama şikayetçi değil. Anlayabildiği kadarı ile "Erzurum" diyor, umursamıyorum. Yüzü koyunluğumu bozmadan yatağa paralel oluyorum ve altındakilerin merakı bir korkuya dönüyor. Biraz yüksekteki pencere havanın kapadığını ve yağmura meyilli olduğunu belli ediyor. Oda da kararmaya başlıyor sessizce. Ölmüş bir adamın ayakkabı temizleme kalıbı çarpıyor gözüme dip karanlığına bürünmüş yatak altından ve ben "hiç göremedim" diyorum kendi içimden. Kılıç biliyorum karşımdaki dolapta şaka değil ama dolap yaşlı ve ben ona saygı duyuyorum. Eli olsa öperdim hatta. Hatta bir keresinde açık dolap kapağına kafamı çarptım. En kolay olanı ağlamaktı, öyle yaptım. Sonra dip karanlığı korkusu beni odanın dışına atıyor. Yürüme alanlarının darlığı ve kahverengi kömür sobasının işgal ettiği yerin yanında duran ayakkabılarım sokağın çekiciliğini gözüme sokuyor. Yağmur başlamış.

Tabi ki izin almam gerekecek kadar küçüğüm ve korkmuyor da değilim hani. Salonda balkon kapısı hafif aralık, yağmur damlaları balkonun çiçeklerine damlıyor. Ben son yanak kasımı dışa doğru çekerek, hayatımın manasızlığına anlam arıyorum. Telefon görüşmesi bitti. Mutfağa geçen babaannemin altında basma bir etek, başı beyaz bez parçasına sarılı ve saçların son kır zamanı. Salonda karıştırılması gereken bir ton dolap kapağı bana gülümsüyor. Müzik seti için babamın tek erkek kardeşi uzaktan bekçilik ediyor. Bakışlarını biliyorum. Çok güzel bir yağmur yağıyor ve doğduğum semt ıslanıyor. Mutluyum. Salon dışındaki odada bir kanepe, hani o bozuk gösteren varaklı aynanın olduğu odada. Yemek masası çok kahverengi ama sandalyeler hep içten kırılmış. Anlayana. Kanepenin dikiş makinasına uzanan tarafındaki camdan dışarı bakıyorum. Mezarlık yerinde. Belirli bir amacım yok. Sıkılmaya ramak kalmış belki. Eski bir masaüstü saat var elimde, salondaki dolaptan babaannem yardımı ile elime aldığım. Uyandırmak için sahip olduğu müzik bana mutluluk veriyor. Kanepenin üzerinden dışarı baktığım cam kapalı. Yağmur hızlanıyor olmalı ! Çokta mümkün olmayan uzağa bakabilme durumunu yağmur iyiden iyiye kesiyor. Arkamı dönüp aynaya bakıyorum. Aynanın varaklı çerçevesine sıkıştırılmış, el yordamı ile kesilmiş bir kaç fotoğrafta ben varım. Sonra tekrar elimde saat ile cama doğru..

"Balkona çıkalım mı babaanne ?"

Şimdileri hızla yaşlanıyorum.

Bir tuhaf, Aykut.

bana bazı şeyler katan kasımpaşaya ve çocukluğuma teşekkür ediyorum.