29 Haziran 2011 Çarşamba

Issız Alemin, Üstsüz Çocuğu

Kadınlar var. Kadın olamayan kadınlar da var. Ama kadın var, kadın yok.

Sonra şöyle dedim, " Karanlık iyiydi be abi. Kaybederek yokluğa kavuştuk."

Üstüm başım, hala üstüm başımda iken buradayım.

Çocuğun hiç bir şeyi yoktu. Tek şeyi, sonrasını şey ile bile tarif edemeyeceği bir şeydi. Bir gün oldu.Telefonu çaldı çocuğun. Apar topar bir heyecanla açtı. "Efendim" bile diyemez iken henüz, "alo" dedi. Şöyle bir bokun boşluğuna doğru. Telefonda ki "Hey baksana, nabıyosan? Ya bir peluş oyuncak var. Onu nasıl satabliriz ?" Diyerek arka arkaya sıraladı maruzatlarını. Çocuk, o andan itibaren akut'tan daha kurtarıcı, itfayeden daha söndürücü, kızılaydan daha yardımsever, bir bakkaldan bakkal, bir dahiliye uzmanından dahiliye uzmanı yani hepsinden hepsi oldu. (Her zaman ki gibi yani) Çünkü ne zaman bir şey istense, bir şey sorulsa, her an her şey olmak mübahtır. Ve cavapladı çocuk; " Nasıl bir peluş olduğuna bağlı. Ve ne alaka?" Çok geçmeden cevap geldi; (tahmini somurtma ifadesi ile..)" Ya sevmediğim, ,istemiedğim biri almış işte.. Satmak istiyorum." Çocuk şoke olur aslında ama bu durum yani şey bu durumu ne şekilde değerlendirirse değerlendirsin haklıdır ve bildiği vardır. Fakat yapısı bakımından çocuğuın içinde volkanlar patlar alevler, kıllar , yünler ve traş losyonları.. Çocuk; "Kim aldı?" der ve şey hiçbir şekilde isim vermez. (uzatmaya gerek yok) Fakat birkaç diyalog sonrasında artık dayanamayaıp şöyle der çocuk; " Ne satması yaa..? Paraya mı ihtiyacınız var ? Ne yani, Ne ? Hayır ben olsam gayette mantıklı olanı yapar, tutup çöpe atardım." Şey bunu çocuk ile paylaştığı için pişmanlık zafiyatı geçirir ama bellei atmez hatta.. Çocuk düşünür, para mı lazım ? Çocuk düşünür, ne lazım ? Herşeyi yapar ki çocuk, her şeyi becerir ki ! Şey, herşey olsa, yeter.. Sonra günler, aylar falan geçer. Çocuk Şey'lere gider peluşu görür. İğrenç sarı bir boktur. Daha da gün olur, devran döner efendim, kör ölür badem gözlü ölmez falan.. Ve "Şey",  "Hiçbir şey" olma yolunda uzun adımlar kat ederken. Hatta hatta "Hiçbir şey" bile olduktan sonra..Yine bu çocuk, yine der ki; " Annen, annem olur. Sen kardeşim olma, yeter!"

Dedim ya; kadınlar var. Kadın olamayan kadınlar da var. Ama kadın var, kadın yok.


Sevgiler, Aykut

Şey..

Kadın..

27 Haziran 2011 Pazartesi

Kötü Bir Başlangıç İçin Kalan Son Sığınak.

Dizlerim, dizelerim kadar esnek değil. Koşamam sana..

Bir kaç nota daha yakışabilirdi aslında, hiç dinleyemedin!

Hep bir daha ki bahara diyerek öldürdük zamanı, kalamadık.

Ellerim kopana, bedenin yanana, fikirlerim savrulana dek !

Sen ise en fazla, dudaklarınla adımı unutabilirsin..

Her yerindeyim, hep yerimdeyim..


Makus tarihidir ömrün.
Ellerimle tam yanına gömdüğüm.
Ve tam susamış, susacak iken sana,
Beni yanında götürdün.

Bütün bunlar yalan !


Unutulmaması gerekir ki, sadece doğruyu bilenin söyleyebildiği şeye "yalan" denir.

http://fizy.com/s/1m87h7


Kimine göre sevgiler, Aykut

Israr söylemi.

26 Haziran 2011 Pazar

Batik Boyama Kitabi

Hangi gün pazardı ?
Lokantalar adımı bilmiyorken henüz,
Gel dedim işte kaçalım,
Veremeyeceğiz hesabı.
Sanma ki, önümüz gündüz.
Gerizekalı !

Toplama dedim şu saçlarını.
Dağınık, tıpkı yolum gibi.
Kul yapar, inanamadıklarımı.
Sanırsın; kum gibi, toz gibi.

Kadrajımızı kim dolduracak ?
Peki ya, ton balıklı salatam..
Ve güllerin tam ardında ki çıplak bedenlerimiz.
Kaç kişiyiz ?

Savulun alçaklar !
Şimdi, müebbet zamanıdır gönlümün.

Sen, zamanı bir sokağın sonunda,
Omzunda kedinin siyah tüyleri ile,
Bir bakışınla belki denize dönüştürürsün.
Evvelinden şahidim !

Benimse söyleyeceklerim vardı., belki..
İlaçlar kullanırdım.

"Bunların ardına sığınman doğru olmaya bilir", dedin.
Haklıydın !

Sevgiler, Aykut


bilinmeyen bir x ışını !

21 Haziran 2011 Salı

Demirbaş Bedenler

Bin tüfek vurmasından iyidir.
Şer bulmak kıyında senin,
Ve her lokmanı saymak..

Deneme yanılma bir bitiş.
Ellerimin olmadığı her yerde elin,
Ve asla dil uzatmadığını sanmak..

Özneyi yitirmek cümle bitirir.
Senin farklı dillerde masalların,
Ve fotoğraflarınla kişiliğini sunmak..

Tam hasat dönemin, nadasa feryat.
Av olmak avında senin,
Ve vurulmak gökyüzünde.
Ve bir sobe gözlerinde.


Sevgiler, Aykut


Saklanmadan kaybolan..

20 Haziran 2011 Pazartesi

300. Fotoğraflarla Sevişememenin Götürdükleri

Fotoğraf denen şeyin icadı, makinesinin ne amaçla o kişinin bilinç altına girdiği, neden böyle birşeye gereksinim hissettiği flan, fıstık işte..

İnsanın kendisine benzemediği şeylere, fotoğraf denir. Bir çok farklı nedenlerden ötürü kimi zaman değişik pozlar, kimi zaman vesikalık resmi işler, kimi zaman da sırf ibnelik olsun diye "çekiyorum" üslubununun çeneye vurması sonucu ile sonuçlanan şeylerin, kimyasını bozarak elde ettiği nesnel veya piksel neticelere de denilebilir. Herkes fotojenik olduğunu bile iddaa edebilir. Fakat bu kişilerin "fotojenik" tanımları bende şüphe ve merak uyandırır.

Gülhane parkına gitmiştik. O dönem elimizden düşmeyen tek oyuncağımız bilmem ne marka dijital fotoğraf makinesiydi. Ne yapsak fotoğraf, ne görsek fotoğraf.. Hatta fotoğrafa, "resim" bile dediğimiz ve icat sahibi kişinin kemiklerini sızlattığımız anlar bile olmuştu. Bir tek ikimizde değildik o an.. Arkadaş bağı ile bizimle bulunan biri daha vardı yanımızda ve o iyi birisiydi, tanıdığımız kadar. O dönemler içerisinde fotoğrafçılığa duymuş olduğum merak ile bu iki sevimli arkadaşın fotoğraflarını çekiyor, sonra sıra sıra bakıyorduk. Flu fotoğraflar hakkında"aa bu çok güzel ama fotoğraf kötü çıkmış" diyerek silerdik. Ve kadraja her flu yansıyan fotoğraf güzeldi ama silindi. Herşeyin sırayla olduğu zamanlardı sanırsam. Sıra sıra ikimizin fotorafını çekerdi bu iyi arkadaş sonra ben ikisinin. Hatta yolda geçenlerden biri bile, bizim. Hemde sırasıyla...

Canlı bir parçasının bulunmadığı ve üzerinde, önceden veya sonradan oynanmaya müsait olduğu için bu zamazingo, hiçbirimiz olduğumuz gibi görünemiyoruz. Yani hepimizin muhakkak kusuru bulunduğundan ötürü..

Bu konuya nasıl geldim diye sordum kendime şuan ve cevaba bak! İnsanları fotoğrafları ile düşünüp, hayal ederiz. Daha da büyük mesela, arzularımızı canlandırır, egomuzu tatmin bile edebilme yeteneğine erişebiliriz. Eyy kendi kusurunu reel faaliyetler ile örtemeyen insanğlu, sana diyecek söz bolluğundan, iki yakamı bir araya getiremiyorum.

Bahsetmek istediğim bu kısrak döngüyü yansıtamadığımı düşünüyorum.

Kendi kendimizi fotoğraflamak, örf ve adetlerimizden olma yolunda hızla ilerliyor.

Kameralar telefonlara bulaştığından beri... sarardı tiryaki menekşeleri...

Ünlü biri ile bu işlemi faal hale getirmek, hangimizin libidosunu yükseltmez ki..?

Bir fotoğrafa, birinin fotoğrafına bakarak, aşık olabilme ihtimalini geç, bizzat aşktan gemiler yapanları gördüm. Ve üzüntümü paylaşmak istedim. Hatta olayın boyutunu değiştirelim biraz. Mesela biri ile.. dur,dur bunu anlatmamalı !(Sakladığım şeyleri bilenler, saklandıkları yerden hiçbir zaman çıkamayacak kişilerdir.(Kahretsin yine tarihi bir cümle kurdum:p)) Yani işin aslı; fotoğraflar ile sevişemez hiç kimse ! Bu muhasebesini tuttuğumuz ve hayatımızı adapte ettiğimiz çark neden var ?

Kimse çekildiği kadar fotoğraf, kimse çektirdiği kadar fotojenik değildir !

Allah başka dert vermesin. Amin.


Sevgiler,Aykut

16 Haziran 2011 Perşembe

Bir Pastörizenin 2. Gün Semptomları

Bazı şarkılar ayin tadında.. Sen nehirlerin yataklarında yürürdün ve örterdin üstüme hani yuvarlanıverip, canlarım isterken.. En güzel günleriydi onlar ama geri geleceklermiş gibi değil, bu sefer...

Şimdi maviye boyanmış, eski renksiz kaldırım taşlarını hatırladım. Bir sıra mavi iken hemen arkasından onu takip eden beyaz kaldırım taşı, nesnesiydi üstüne basmadan çiğnediğimiz eserlerin. Bir avuç içi büyüklüğünde yastığın üstünde kalan saçlar. Sabah ve buna imtiyaz göstermeden, alıp ceket denen boku uzaklaşırdım/dık. Asma köprüden her geçişte sallanan ızgaralar, sanki mümkün olsa arasında kayıp gitmemizi ister gibi bakıp, meraksardı neticeyi. Uzun yol macerası değil bu. Sadece gevşek adımların kaybolduğu ve etrafında yıllar sonra ağaç olacak fidanların küfür etmesiydi bünyemize. Ne umrunda olurdu da, aç karınına yak bir sigara daha.. İpe dizilmiş çamaşırlara çamur sıçrarken de şahit olduk. Gülerek hüzü bastırdığımızı sanıyorken de, maskara.

Sana yazıyorum zannediyorsun ama henüz aldığın her defterin sayfaları boştur. Ve sen, ben, biz, siz, onlar her yeni sayfa açarak geçmişten kurtulduğumuzu zannederken bile, yeni sayfanın ister istemez önceki sayfa numarasından devam ettiğini biliyoruz. Kalabalığız işte eyy halkım ! Una banıp ta kızartmalı, fotoğraf olmasa bile çerçeveleri. Yolun sonunun karanlık olmasınınn tek nedeni, gereksiz yere çok zaman öldürüp akşamı etmemiz sadece, saçmalama ! Unutma; senin adın kadın. Ünlem.

Sigara dumanı sinerse üstüne, sigara içmediğini ıspatlayamazsın.

El ile yıkadığımız çamaşırlar, daha temiz mi oluyor ne..(?)

Akvaryumda ki balığım, benden daha yalnız...

Pişmaniye de yememeliyim.


Sevgiler, Aykut


Genel seçim sonuçları, temsili çalışması..

12 Haziran 2011 Pazar

Vesikalı Yarimin Yırtık Vesikası

İnanın, ne yaptığımı ben bile bimiyorum. Bülent ortaçgil çaldı yine radyo da sıyırdım kayışı.. Benimle oynar mısın ?

Yine sönmeyen sigaralara sahip bir ben, susmak ne kelime ..? Müzikler gelip geçiyor. Yerli yerinde herşey, yemin ederim. Çok farklı rastlantılar yumağında, öyle bir karıştım ki kurtulmayacağım sanırım.. Su olsam, diyor. Ateş olsam. Yine de oynar mısın? benimle.. Bi rüya gibi sanki. Ara sıra takip etmek, günden güne değişikliği sezmek, rüyayı tanımlamak gibi. Çok mu janjanlı acaba insan da ki bu dürtü ? Kavram karmaşasında da kaybolurum. İçinden çıkamadığım ne kaldı ki..Ya da içine batmadığım. Oturduğum sandalyeden milim milim kayarken ben, ortaçgil devam ediyor...

Haklısın sen. Bana benziyor şemsiyenin açılmayan kısmı. Daha hoş baharatlar katmak, daha da hoş lezzetler getirir ömrüm kıvamına. O zaman bendim sanşlı yani, bu mu yani ? Güzel bir piyano çalıyor, gülümsüyorum günden güne.. Bulmak için aradık mı acaba ? Kepçe kulaklı, daha uzun boylu, kara değil ama yok kuruda değil. En kötüsü de benzemek.

Hak etmeli mi insan yoksa kimin hakkını çalmalı ?

Daha da güzel birşey söyleyeyim mi ?  Yakışıyor !

Konuşarak, ne kadar susabilirdim ?

Tamam o zaman. Kabul ediyorum. Dünyanın en gereksiz yılanında bile mutlak bir öldürme gücü bulunuyorsa, saçmalık ve olmayan bir şeyi, olacak gibi göstermek benim işim. Son ütücü, balık avcısı, pasta ustası..

Bu neyin vesvesesi hala çözemedim. Tanımıyorum demek, tanımamaya yeterli gelmiyor.

Şuan bu biçimsiz ve nereye gideceği belli olmayan yazıyı yarıda bırakma kararı alıyorum ve üstadı anıyorum;

"El ele gülmüşüz güllerin önünde, ellerin yok. Ki fotoğraf elimde.."


Yağmıyorsun gökyüzüme...
Sigara bitti.


Sevgiler, Aykut


Herşey olur...