23 Ağustos 2013 Cuma

Harp Mağduru Yayın Başlığı

Sen bana yaz de, filizlendiği yerden kopar gelirim o malum sahil semtine şehrimin. En olmazı ağlarım ve de isterim dileklerimi tanrıdan geriye. Halbuki adım adına denk gelir olurdu geceleri sessizleyin.. Evin bahçesinde asmalar en göze batan yanları bu çelimsiz dünyanın. Hatta keserim nefesimi, durakta bekleyenlerden olurum bir anda. Gelip geçiverirsin yanımda öylesine ve umarsız iken. Belli bir saatleri var işte o çılgın rüzgar denilenin. Vapur yanaşır sana doğru. Sahil semti az parçalı bulutlu !

İnsan unuturmuş, insan çömelerek yaşamanın marazlarına isyan edemezmiş çoğu zaman. Sen hırkanı unutma,bir yaz günü sana hiç öremediğim. Hırkan ki çıkmıyor aklımdan... Bari sen hırkanı bil be insan !

Tek dileğim kedileri olur; eğer bir gün gidersem bu şehirden. Semt zaten tapulu malım. Hep aynı saatleri var mavi bulutun. Bakma, bilme ve çekingen ol mutlu olabilme yollarında. Ve yol saçlarını her darbede. Çünkü ben her mevsim öncesi son çıkıştan kaçıveren bir tabiata sahip oluvermişim. Binlerce şeyin paylaşılabilir olduğu bayramlarda, elinde bir tüylü etiket, kaşların çatadurmuş sessiz ve çılgın atan binlerce martının kaçışmalarına şahit olduk biz. Korkunun ecelle dost göründüğü, sokak lambasının altında ki yağmuru da tattık; güneşin perinde gözlerimizi de kıstık. Sen sündürme ceketini, etme ki belli şu jartiyeri zaten öyle karamsarlığa meydan okuyabilen ruh halin ile dans ettik, seneler tanıdı bizim gibileri. İstemsiz şu gece darbesiz devrildi cepkenim. İçinde sana getireceğim umutları düşürdüğüm.. Bildiğim tanıdığım, en kadın ! Oysa ne güzel dürtüler ile çekedurduk halatını, bir yarışta varışları düşleyerek. Binlerce dağa karşı koyabilecek endamını taksitler eşliğinde yedirirken bana, yarasın yarası yaşlı kabuklarıma. Yaşasın bir sokak hayvanı daha ,kimselere muhtaç olmadan !

Seneler varoşluk katmış körpe bedenlerimize. Kimsenin dur demediği azılı katillerin, yüksek sesle söylediği şarkılar kadar yol aldık bir tanem. Bir açık arttırma sonrası elde ettiği eşyasına sevinen bir cibiliyetsizin masumluğu var içimde. Kimsenin duymadığı bir şiir, bir beden küçük geliyor artık. Hastanın yorgan merakı sıcağa meyilli olduğundan değil. Sakın yanlış anlama ! Oysa ben...

Sırf istenmiyor diye, hayatından çıkarmak zorunda mısın ki zaten..?

Ölüyor gibi hissediyorum yada engelli oluyorum. Bilinçli toplumun "özürlü" demekten sakındığı bir bireymiş gibi. Her gün biraz daha finalinde ne olacağını bileceğin dizi filmi tadında. Çokça rahatsız, oldukça serkeş ve harflerin oluşturduğu kelimelerce bitap.. Oysa ben dilerdim; her gece başka bir pelerin takılsın, omzum açıkta kalmasın. Pişirilen en sıcak yemeklerin benden önce bana dair üflenmesi mutluluğun bir başka tanımı olsun. Bir avuç içimde tutabildiğim kadar su bulunsun ayımda. Ve ben değilde gece iştirak buyursun mümkünse bana. Yaa bi siktir git be adam !

Oldu mu şimdi ?

Bir odak noktası, Aykut. Birde sevgiler...

Ayı kadar...











Taksimetresini Sevmeyen Taksicinin Almak İstemediği Yolcu Bakışı

Ceyar !
Mutsuz oldum bir gece,
Sandalyeden düştü bel kemiğim.
Uzun geceler olmasaydı, ne yapardık seninle..?
Ellerimin öldüğü aramızda !
Kazak örüyorum bakışlarına,
Üşümesinler diye bir daha.
Toplamamışsın yine geride kalanları,
Evin altı üstü hemde; olay yeri kaldırım taşı...

Sağlıcakla,Aykut

Eller nereye ?

Çağ Atlatan Küpeşte de Seyir Keyfi

Giderken kırdığın kapıyı yaptırmadım. Evin salonunda kediler öldü bir takım; onlara da aldırmadım.

Senin en çok sesin karanlık, en çok yüzün karamsar ve yere açılı alçak gözlerin sessiz. Gözlerimi kapatıp düşündüm, tek hatırladığım, vardığında beni aramadın. Dünyanın en çıplak çığlığını attım, koşar adım aldırmadın. Küllükte yer bırakmadığım günler ile terlerimiz karışana kadar savaştığımız günler kardeştir. Senin elinde bir kalem; değil kılıçtan, çoğu zaman adından keskin. Kadın gibi billur ve saçma izmaritlerin. Şiir kadar ince destekli cümlelerin dolaşır durur, şu lanet vantilatörü ne zaman açsam; kör evin ağma salonunda. Sus ve konuştuklarımız ağlasın. Yanağında ki rakamlar çarpılsın üçten beşe. Senin gibi gecenin kulakları ağzına varsın. Bana badem alan ellerin kanasın ve çamaşır suyunda kirli eşarpların. Hiç takmadığın ve kanamadığın kadar muhtasar özelinde. Şekilsiz daireleri bir bir karelerden saymaya başladığın geceyi hala gündüze bağlayamıyorum. Seçeneklerin alternatif yoksulu, karakterlerin aç ve yaşamanın mürekkeplerini yalıyorum. Haberin olsun.

Hadi uyuyalım ! Ne düşündüğüm, ne umurunda ya badem kamışlım. Odan kaç bin metrekare senin..? Seneleri, çağlara bağlayan o katlı köprülerde, bana ivedi kaçışlar sergilemene hiç şaşırmadım. Adam da sarım sarım sarmalıyor elinde ki kamışı. Belli ki bir gül ağacı feda edilmiş yoluna ve belli ki tenini sıvazlayan parmakları kamış delik sandığı yanlış yalanlarında. Kaşınıyorum. Bu belki de tadacağım son uykusu olacak şehrin. Bir kaç seneye sığdırmaya çalıştığın binlerce yılı, koyarak bavuluna bana gelme n'olur.. Ötenazi hakkımın ilk yılı. Dahası da bir başka ilk yılları, ılık yıllarımın. Göçüp gideceğim bu toprak öyle verimli, öyle verimli. Anahtarlarım kayıp, kumandası da öyle aynı ağma salonun. Işık saçan bir şeyler gördüğün de dur ! O ben olmasam da, belki cami avlusuna koduğun sensindir. Dahası bir başka haşere, dahası ilkel bir deniz mahsülü... Ahh bu ses, kaçış biletini bedavaya getirebildiğim tek nefes. Bir adım önde durdum senden. Süs eşyalarını sana sakladım. Evde sandık buldum sen yokken ve o sandıkta bende saklandım. Aman ses edemedim. Aman kaçamadım apartman merdivenlerinden, senin kocan açar hiç açılmadık kapıları, sessiz. Edirne konseri öncesi, atıştırmalık seviştik karşı kaldırımda, kedilerin evinde. Saba makamı bir bakıştı kedilerin ki ve dokuzundan, beş canını yitirdi yavrucaklar.

Elim cebimde, ceketim olsa ayazdan uçuşur. Ya Rab bu nasıl gündür ? Hiç bitmedi yıllar yılı...

Sen varmışsın gibi yaktım sobayı, kestaneleri çizmeye bekledim seni. Meğer köz diye ısıtan, gözünmüş senin be kadın. Biraz daha ağlamaklı baktın, devirdim sobayı, evi yaktım. İşte o ağma ağma dediğim evin, ağma nedeni köz gözlerin. Ağlayınca kızaran, soruları cevapsız koyup kapanan.

Bana bugün metrelerce şebeke verin. Bilseydi graham o telefonları açmayacağını, inan olsun icadı yarım bırakırdı.

Kelimeler yetmeyecek ama çok şükür.

Biraz da;




"ben dimedim hacı"

Sevgiler vesselam, Aykut





19 Ağustos 2013 Pazartesi

Gönlümde Ki Çapari İğnelerinin Dramatik Kopuşları

Yaşıyorum, çok şükür der gibi.
Bir tutamlık şiiri ölene dek saklar gibi.
Yasakları daha da yok sayacak gibi.
Tüm nefesli çalgılar, akciğer kanseri.

Hiç unutmam, geçen gün onbin fitteyiz. Gör beni bilmem kaç metreyim; bir o kadar da altta var tabi. Çekmişim pardesüyü, kuşak ta sargılı belime elbet. Uşak mı ? Uşakta sancılı elbet. Ne kadar eski esvatı varsa kirli gönlümün, serdim kontrolsüz kavşağın en işlek yerine, yıkadım. Sanma ki sana alışkınım, pazar sabahı kahvaltılarında. Çay varsa, sana gerek yok ya işte, anlasana ! Neyse efendim, mahallenin en bıçkın delikanlısı modunda bir bayram günü hıçkıra, hıçkıra ağlıyorum. Bakkal muharrem topluyor götümüzü, bitesi gelmeyen cumartesi gecelerinin ilk ışıklarında. Seviyoruz be teyze, o lambası milyon yıldır yanmayan sokakta ki sebepsiz direğin altında üstüne bastığımız kaldırımları.. Bakma sen, sevdiğimizden basıyoruz. "Aslan südünü" eksik etme kursağımızdan sen yine de... Herşey sakin, her şey atılgan ve atılası ciğerlerimizde. Ahh şu dört duvar arasında, damarlarıma sakladığım alkol oranı; sen adamı güldürürsün. Etme !

Sebepsiz yere bardağı taşırdım.
Akrepsiz sahilde çekmece karıştırdım.

Kırmayın şu kibrit çöplerimi !

"Kadınlar dostum.. Çok garipler !"


İlkel vesveseler, Aykut



seninle yeniden donmuş gibiyim...


9 Ağustos 2013 Cuma

Ölmeden Önce Tadacağın Cennet Menşeili Dayakmış Gibi Yaşamak

Küçük adımların ile koşuyorken, düşme korkunu alnından okuyacaktım. Elimi tutman için uzattığımda, ona takılacağın ve dengeni bu şekilde yitireceğini tahmin edemeyecektim o an.. Kuşlar tek sıra halinde uçarak, bir anda dışkılarını savuracaktı insanlara. Ve aynı insanların dikkatlerini bu çekerken, sen korkmaktan fazlasını yaşayacak ve yuvarlanarak düşecektin.

Ama böyle olmadı..

Mutlu uyuyun insanlar, ben varım.


Adaptasyon düşüklüğü, Aykut





bana sürprizler ile gelin amcalı kadınlar

6 Ağustos 2013 Salı

Karanlık Montlu Aydınlık

Sanki ne kadar uzun adımlar atarsak, o kadar daha çileğe bulanacağız. Anlıyor musun ? Doktor ! Tanrı senin biletini kesmiş. Tam 5 kere Alsancak'ta sabahladım ben, sırf seni dinlemek için. Ve peşinden koşarak, kirli ama belli etmeyen kaldırımların ve senin. Bulduğum hiçlerde dahi adın vardı. Ahh kahretsin dostum. İzmir seni beklemeyecek !

Mutlaka şehir nüfusuna kayıtlı olmalısın. Mutlaka bir oy pusulasına, benim için olmasa da eveti basmışsındır. Aynı gecenin mutsuz neferi olmuşsundur sende düpedüz. O sabah ki güneşte kalan gazetenin en sıcak yanını basıyorken yüzüne, deniz milleri öteden sana sövmeme; sende, bende utanacağız. "Neden dudaklarında ki renge aldandım?" dedim sonra ben kendime. Elimde bir bilet, yahu ey kurban olduğum ve ne kadar telefon rehberi varsa bu şehirde ve sen ne anladıysan şimdi bundan.. Allah ım nasıl bir yara nasip olduysa şu içimize, böylesi bir karanlık montlu aydınlık. Biraz ötesinde dibi delik bir çaydanlık barındıran insanlar. İklim sana dargın, kendi memleketinde. Saatin hala ya buçuklu ya çeyrek. Sana evvel zaman gerek.

Bedelsiz semtlerinde uyandım bu sensiz gecenin. Daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Çantamda bazı sırlar var. Ha anlattım, ha anlatacağım; önüme gelen ilk otobüs durağında birilerine. Sen bu enstrümanın en ince telinden ne anlardın ya, burada olaydın tabi. Oysa bittabi sen müzisyeni, birbirine aşikar bestelerin. Hani o, onu o sandığın hakikatsiz geceler. Sabahında sular seller oluverirdi. Kelimeler anlam bakımında değer yitirir. Geçmişine şöyle en cebellisinden okkalı bir küfür savururken hemde. Bir selam çakıp, yaktım sigaramı. Borsaya endeksli gibi görünen iç çamaşırı sempozyomuna katılamadığım gece, içinde silah gibi şeyler barındıran bir kuvvet kolluğunun rütbesi geniş adamı ile sende bana selam göndermişsin, aldım. Başım üstüne. Bu mektupvari yazımda kimi öldürmek istediğim apaçık meydanda iken, ben alet yoksunuyum. Kesici ve delici neyim varsa gömdüğüm toprağa nasıl olsa hepimiz gireceğiz bir gün. İsimsiz semtinden bir iyi geceler patlatıyorum sana. Daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Sokak lambalarını temiz tutmayı başaran güvercinlerdi bunlar. Her mahallenin kıraathanesinde az şekerli kahve söyleyen emeklilerin dilinde sana her gün söylediğim şarkı. Notalar senli benli ya işte. İlk şarkılarımda ki sizli bizi de unutmadım. Ne kadar yakın olduğumda seviye kaybı yaşadım, bilememiştim. Hani o senin sarhoşlu cümleler kurduğun gece oldu sanırım. İçimde en kar yağan yaz günü karmaşası. Tuhaf kokan nevresimlere sarılıp, ağzında ki salya ile kadrajlarımdan kaçamaman. Gülümseyerek bakıyorum takvimlere. Hiç denize kusmadım ben, seni götüren trenlerin dışında. Hatta hiç o denize küsemedimde. Biliyor musun ? O deniz biraz koylu, biraz yosun esanslı, biraz cabbar. Ben bikinilerini yıkıyorken geceden, sen rahat birşeyler... Hişştt, sakin ! Sana her baktığımda, gömlek değiştiren yılanın hikayesi, tavşana karşı boş olmayan bir kaplumbağa... Hey doktor ! O senin tanrın biletini kesmiş olabilir. Fakat sen kader nedir bilir misin ? Bilmeyen dostlara da ayrıca selam olsun. Onlar için de türlü çaylarım var benim. Sırası geldi mi neden olmasın..? Gıpta ederdim yere düşen şeyleri üfleyerek yemene. Neyi neresinde anlattığımı bilmiyorsun. Hatta daha da ilginç olan yanı bende vuruldum sana kırkpınar güreşlerinden. Ön protokolde izliyorken sen  ve ben daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Neyse, sen istediğin kadar mutlu görün şimdi. İstediğin kadar tavuklu şeyler tüket. Hasret bağını mor botlarına bağcık et. Nasıl olsa, İzmir seni beklemeyecek !

İçimde tümleçler uçuşuverdi,
Kanatlandım bende nicelerinden.
Adımların beni tek tek sarıverdi,
Bu denli gamsız sevişmelerinden.

"Neden dudaklarında ki renge aldandım ?"

"Olsun dediklerimiz zaten olmuyor."


Yalvarırım yanlış anlaşılmasınlar, Aykut