30 Mart 2011 Çarşamba

Zorunlu ÖteNazi (-Sen Var ya, Amerika Gibisin..)

öhö,öhö..

"G: güzel, julio iglesias tarafından nathalie adıyla seslendirilmiş pek hoş bir şarkı diyorlar bir günah gibi hakkında..
T: sen iyi sardın ona..
G: bana gönderdin bu şarkıyı ama bu kadar derin gizlediğin de söylenemez. tabi yinede yüksek derecelerde yakın bir şarkı..ama sana göre..herşeyin bir sana göresi birde bana göresi vardır. öyle ki ben "s" giyerken sen çoğu zaman "xs" giyersin. aşk, hayat, sağlık böyle bir savaştır."

26 aralık 2009 tarihli bir yazışma.. günün ilk saatlerinde gelişen bir konuşma, sohbet penceresi... bana hep 'hasta' dedi. Oysa şimdi ne keyifli dönüp dönüp okumak. Neleri görüp, nelerin farkına varabiliyor insan.. "Seni ilk tanıdığımdan, şu an 20 yaş büyüksün.." de dedi. Aldırış etmemiştim. Çünkü, bakmasında sıkıntı yok ama görmesini ciddi ciddi bilmiyor.(du.)

"G: kusura bakma..her gidişinde bir terkediliş sessizliğine bürünür şu küçük gövdem. alışılmışa gelmiş ama geldiği vasitadan inmemek için direten yağız bir delikanlı.. sen derken bana 'yanımda ol ama yarınımda değil..' yerim yanın olmasa da, yarın bana göre değil gibi duruyo zaten, ama sana göre...işte 'sana göre - bana göre' kavramının çıkış noktası. evet kadın ta olmak çok zor, ama kadınını tanıyan erkek olmak çok daha zor !
T: olduuuu..
G: niye itiraz mı ediyorsun ?
T: yoo..hani olduu o zamann diye kestirme bi laf warya..diyecek bişi bulamadım. napim.
G: ama geçiştirici, kestirme laflar, cümleler etmeyeceğiz diye anlaşmıştık.diyecek birşey bulamadığın da artık birşeyleri de kabul etme zamanının geldiği andır.kabul edeceksin.
T: kabul ediorum. tmm sakin.."
(warya= var ya)

Ben bir hastaydım. Evet doğru söylüyordu. Yalanına da rastlanmadı zaten.. Gerçek dediğimiz şeylerin, odak noktasını kaybedip bütünü ile bünyemizde barındırınca daha iyi algılıyor insan.. Sitemime çok şiirsel girmem, yokluğunda attığım temelin ilk projeleri.(Kayıp yüklem) Neyi ikna ettirmeye çalıştığımı asla anlatamam, yani saklamaktan değil, ya ben beceremem diye düşünüyorum ya da anlatılmayacak kadar basit ve sıradan...

Yaptığım kağıt geminin yüzemeyeceği tek su, ardından kurumadan gel diye döktüğüm sudur.

Fazla uzatmayacağım ve yazışmanın final diyalogları;

"T: tatlım ben gidip yatıcam. sen kal orda..
G: sana hiç 'gitme' demedim ! "

Neyin peşinde olduğumu ben çok iyi biliyorum. Kimin peşinde olduğum ise muallak...
Sevgiler, Aykut

kroşe üstüne hayat öpücüğü..

27 Mart 2011 Pazar

Spontane Küçülen

Saçlarında ki tozu siliyorum.
Islak yara bandında ki adını.
Yıkarken çıkardım ellerimden isi
Unutma, tanıma da bizi..
Az gel karanfil, dudaklarıma yaramazsın.
Sinemde leş kargaları mı ?
Seni bilmem ama,
Şimdi nereye dokunsam bir kıvılcım
Aynı baharım yazım, tekerrürde kışım
Bir sen ki, cenazenle tanıştım.
Görmezden gelir oldum,
Makamına karıştım.

Unuttum tenimde ki sesini
Çokça serim düşün kendisini
Ol ki dilim, kerpetenim.
Sen yaktıkça, adam ediyorsun beni..

Bir çayır düşün, bir desen çiz.
Ne sana benzesin, ne burnuna.
Güneşe döndür Ya Rab,
Onsuz açılmaz çiçeklerim.
Kim denemedi ki ölmeyi.
Kır kelepçeni, getir kendini...

Her tatmin olduğumda,
Gelmesen ya aklıma...

Kadınım.
Fikrinde değil,
Sohbetinde kalırım...



sarı çiçek..

24 Mart 2011 Perşembe

Deliye Her Gün Dediğimden Hani...

Bir insan işerken yazası geliyorsa, işler yolunda gitmiyor demektir.

İşin yorgunluğunu üstümden atmaksızın çalışıyorum. Yaklaşık 1 saat önce yatma kararı alıp, niçin yatamadığımın nedenini düşünecek kadar muzdaripim bu yaşam felsefemden. (kurtarın!) Boğazım ne kadar şişer gibi olursa olsun, bu bağımlılığın getirdiği sigara içme fantezimin önüne geçmekte karar kıldım kılıcam, diye düşünüyorum da ayrıca..

Monoton nedir ? İnsanların tatmaktan sıkıldığı birşey, verdiği hazzın dışkı koktuğu söylenen(aman efendim, bu ne terbiye!), arada ters çevrilip üstüne oturulmaya müsait olan, yer yer vazgeçer gibi yaptığımız, hepimizin sevgilisi, bugünün yarını, emektar insan yazılımı, biteviye, ayrıca aşkta tehlike işareti, vs. vs...  Bir sürü tanımlaması bulunan bu "monoton" denen illetin kökü kurusa ya... Kelime anlamı da, tek düze gibi bir şey sanırım. Her gün işe gitmenin mübahlığında, bu perşembe de "uykusuz"u mu alıp bineceğim vesaite doğru yürüyordum.( Vesait bağlacı bu güne kadar benim kafamda hep şu cümlenin başlangıcıymış gibi ampül yaktı; "- ...ve sait henüz maçın başında takımını 1-0 öne geçiren golü kaydetti."  Sait diye arkadaşlarım var. Dağılın beyler !) (Ay ne gereksiz bit detayyyy, hemde arka arkaya ikinci parantez), (Seni döverim !). Her ay fix yediğim boklardan biri olan aylık akbile sahip olma arzusu ile keseme dikkat ettiğimi düşünüyorum. Farkirden alıp, zengine veririm yani.. (Burada ki "fakir" ben oluyorum.) Mekan şirinevler ve ben sol elimde 4'e katladığım haftalık mizah dergim, sağ elimde sabah kahvaltı sonrası sigarası metrobüs denen zamazingoya doğru ilerliyorum. Geçitin merdivenlerinden çıkarken her sabah selam verdiğim, bir ana şefkati ile " yavruumm, oooğlum.." diye seslenen dilenci teyzeye günaydınımı çektim ve elimde ki sigaraya bir göz attım. Metrobüsün turnikesinden geçmeden henüz yarısını zehreylemediğim sigarı atmaya kıyamadım ve avucumun içine doğru çevirdim. 3 adım ötede duran güvenlik görevlisi nikotini fark etmemelliydi. Montumun sol üst cebinden pasomu çıakrıp manyetik alana yaklaştırdım. (Dur!). O ana kadar sürekli 3 farklı tonda olumlu sesler çıkaran turnike, bulunduğu yerde etrafına güven saçtığını sanan adamın dikkatini dağıtmıyordu. Ve buraya kadar ki ve opozitif yönde devamında ki kısım hergün asla vazgeçmeden yaşadığım, monotonumun bir parçası.. İşte o perşembe günü ayda bir tekrarlanan, kıyametimin alametlerinden biri olan monoton gün girişinin belini kırdı. Elimde ki elbili manyetik alana yaklaştırıp birkaç saniye bekledikten sonra negatif sesler çıkarıp başıma iş açmaya teşebbüs eden turnikeye bütün sevgilerimi gönderiyorum. (İşte o an insan olan uyandı.) Televizyonlarda seyredilen bol şakalı yarışma programlarında, sorulan soruya mutasıp verilen yanlış cevap sonucunda çıkan sesler gibi... Kaybettiğimi düşünürken, monoton dengenin kolunu kırdım. Güvenlik görevlisi o an, elbilimden ötürü kaynaklanan o sese doğru yöneldiğinde ben telaştan sigaryı ağzıma götürmüşüm. ( Ani unutkanlık belirtileri..). Hayır, geçiş hakkım olupta geçsem, adamın dikkatını dağıtmadan sigara ile devam edebilicem ama şans işte.. "Hoop bladerr!" dedi. Hiç bakmadım. " Sigara içmek yasak bilmiin mi?". O an yapmam gereken en başarılı karşılık ne diye düşünmeme tek saniyem bile yoktu. Çünkü elbilimin aylık zamanı dolmuştu. Doğru olan budur dedim ve hiç suratına bile bakmadan arkamı dönüp geçitin merdivemlerine doğru koşar adım yürümeye başladım. Korkmuş muydum ? Yoksa çekinmş miydim ? ya da hiçbiri.. Merdivenin altına doğru oturtulan prefabrik "halk ekmekçi"in akbil/elbil doldurduğunu biliyordum. Halk ekmekçiye vardım. Aylığımı tazeleyip. Tekrar merdivenlere doğru yürüdüm, çıktım, turnikeye yaklaşmıştım. Biten sigaramı turnikeye varmadan, çöp tenekesinin etrafına bırakmanın ve aslanlar gibi 200 basımlık aylığa sahip olmanın verdiği gururla son adımda güvenilik bozuntusunun gözleri ile temas kurdum. Biraz kibir ve bıyık altından pis gülümseme kattım o an kendime yan bakışlarıma.. Fakat benimle göz temasını sürdüren güvenlik bozuntusu, benim gözlerime sanki benden bir dünya repliği bekliyormuşcasına ve inanılmaz şaşırmış sitili ile bakıyordu. Bir an "Nooluyo lan" dedim, içceyizimden, hızlıcana.. Tam o sırada biri omzuma dokundu ve ben arkamı dönmeden bir şeyler söyledi. "- Yav canım benim, metrobüs duraklarında açık havada olsa sigara yasak, bilmiin mi?" Ve benim güvenlik görevlisi ile göz temasım sürüyor, ve güvenlik görevlisi şaşkın bakışların dibine dibine vuruyordu. Hemen arkamı döndüm ve sesin sahibi adamı süzdüm. Detaya barnak atmıycam, işte böyle 40'lı yaşlarında sivil bir amca.. "Haklısın amca, iyi günler.." diyerek olay yerinden hızla uzaklaşmaya cebelleşedurdum. Merdivenleri ikişer ikişer inerek yaşadıklarıma anlam yükleme çalışıyordum ama göz ekranımın altında ki 'loading..'  yazısı hiç gitmiyordu.(Dondum lan! Oha!)

Yani sevgili arkadaşım monotona öyle sağlam bir kazık attım ki, sormayın gitsin.

Burdan gitmeden, 'And One' isimli müzisyenlerden 'Monoton' isimli şarkıyı hediye ediyorum. Kime?

Çok daha detaylı, çok daha farklı örnekler ile anlatabilirdim bunu, örneğin aynı pozisyondan vazgeçmeyen çiftlerin, kafamda ki cinsel temas trajedisi gibi..

Bu aralar işe gidesimden çok, yıldız kaysada görsem.

Olan biten şeylerin, herhangi bir nedeni yok.

Az uyuyan insanlara sesleniyorum, Bunu yapmayın ! (Önemli)

Yaratıcı dünyamıza selam olsun !

Hayat ya işte, herşeye rağmen, herşeyi ile, kaldığı yerden devam ediyor...

Sevgiler, Aykut


Kutsal ırgat



22 Mart 2011 Salı

Zamansız Gidişler Cumhuriyeti'nden Daha Bir Yolcu

Gözlerimle gördüm. Boylu boyunca sere serpe yatıyor ve nefes alamıyordu. 74 seneden beri şugün soluduğum oksijeni soluyan, Atamızın öldüğü sene hayata gözlerini açan bir adam. Birkaç tuhaf hikayesini hatırlıyorum. Sırf kimliğini evde unuttuğu için almanya vizesi alamayarak yurtta kalan, biraz uzun saç ve ispanyol paça pantollarıyla yirmili yaşlarında bir yağızmış. Ama alkol, sigara...
Sene 2009'du. Evde canı sıkılan bir adamdım.  Beşiktaşın maçı olduğunu duyduğumda "kesin izliyordur", dedim. Üstüme birşeyler alarak evden çıkıp yanına gittim. Evet, evde beşiktaşın ankaragücü ile yaptığı maç ekranda naklen yayınlanıyordu. "Selamınaleyküm" - "Aleykümselam". Oturup birlikte keyif içinde maçı seyrediyorduk. Ankaragücünün olur olmadık ataklarını beğenip, beşiktaşa kızıyordu. Koyu beşiktaşlıydı. Yanlış hatırlamıyorsam, bahsedeceğim olay maç 2-1 beşiktaşın üstünlüğü sırasında gerçekleşti. Sahada bir futbolcu vardı, Fabian Ernst. Beşiktaşın yeni futbolcusu, Fabian Ernst. Spikerin sürekli telafuz ettiği ismi kulaklarımızda çınlıyordu ki fin hakika 2. golü de kendisi kaydetmişti. Bakınız, yazılışı 'fabian ernst' olan bu adamın isminin telafuzu 'fabyaners" tir. Binaenaleyh, spiker bu ismi arka arkaya birkaç kez tekrarlayınca durup, spikerden sonra şöyle dedi; "s- işte bu mükemmel golün sahibi ..fabyaners,fabyaners,fabyaners ", "d-kim bu varyemez ?"  Gülmekten karnıma ağrılar girdi. Orjinal bir adam.

Hastaydı. İsviçrede bulunan baldızı ona çikolata getirmişti. Hep beraber yanı başında oturmuş sohbetler ederken, eşi, kardeşime seslenerek; "Hülya'nın getirdiği çikolataları çıkarında yiyelim yahu.. Yılmaz'a özel getirdi onları.." Bu cümleden sonra şu tepkiyi verdi; " Ne özeli hanım, bayağı fındıklı işte.." Farkında olmadan çok ince bir espri yaptı. Büyük adam vesselam. Büyük adamdı vesselam..

Elimden tutup pazar yerine götürdü beni.. Birkaç küçük alışverişten sonra son girdiğimiz fırından bana 2 sıra şeker aldı. Biri kakaolu, diğeri meyvalıydı. Eve doğru yola çıktık ve vardık. Yolda çişim gelmişti ve bunu onunla da paylaşmıştım zaten. Eve girdiğimizde beni hemen tuvalete gönderdi. Yaşımı hatırlamıyorum ama bu anıyı hatırlaycak kadar büyük, densizlik edecek kadar küçüktüm. Bilincimi en net çözümsediğim budur. Tuvaletten bir hışım çıktım. O sıra tuvalete hemen hemen yakın olan mutfağın kapısında durup elimi yıkayıp yıkamadığımı sordu. Ona olumlu cevap verdim. Sonra kendisi tuvalete doğru yöneldi ve kupkuru olan sabunu gördü. Dönüp bana, kendisine yalan söylediğim ve ellerimi yıkamadığım için kızdı. Çok kızdı. Çünkü çok titiz ve temizdi. Öyle ki ağlıyordum. Salona gittiğinde arka odanın camını açıp, bana aldığı şekerleri camdan attım. Ev çok yüksekte değildi ve şekerlerin nasıl saçıldığına bizzat şahit oldum. O an iyi yaptığımı, sinirimi çıkarıp, hıncımı aldığımı düşündüm. Daha sonra beni yanına çağırıp, gönlümü aldığında hoş sohbetler ettik. Ellerim kırılsın o anda pişman olmuştum ama şimdi daha da pişmanım. Düşüncem parçalanıp, ellerim tekrar tekrar kırılsın !
 
"Beşiktaştan taksim dolmuşuna binip, inönü stadyumunun yanından geçtiğimde seni maça götürmek istedim. Yanlış bilmiyorsam, zamanında içinde top koşturduğun fakat onlarca senedir gitmediğin inönü stadına.. Bir şekilde kandrırım diye düşünmüştüm. Hastanede ki ilk dönemindi ve o hastaneden çıkamadın."

Namazın hiç bitmesin, hiç gitme istedim.

Seni öyle görmek, bana fani dünyanın jartiyerini gösterdi.

Toprağın güzel çıçekler ile dolsun, ruhun şad, mekanın cennet olsun. Allah kabir rahatlığı versin.

Huzur içinde yat, Canım Dedem.. Seni çok özleyeceğim...


................

17 Mart 2011 Perşembe

Dünyanın Herhangi 1 Yerinde... (yada 78535)

Bak gecenin bu saati ve ayağımda çorap yok. Biraz soğuk nefesim, biraz bira çeker canım.. Ilık mavi elbisende ki izi tanıyorum.Uykum yok. Darda desen değil, yokta desen değil, kendimdeyim desem, eminim onda da değilim.

-Yürüyerek çıktım, yanımda ki yürüyen merdivenin hemen yanında ki yürümeyen merdiveninden. Tamam. Hayatımda ki o kadar inanılmaz ve gereksiz detay varken, böyle bir detay en azından benim kafamı karıştırmazdı. Yeşilimsi entarili hoş bayanı görüp gülümesedim. Ve tam arkasında ki, beni bekleyendi. Entarili hoş bayan bir keramet. Tekradan gülümseme. Yanına gidip öptüm. Hoşgeldim.

-Ocağın altını kapattığımdan şüphe edip, tekrar evin yolunu tuttum. Karşılıklı kaldırımlara park eden arabalara sövüp, deşarj oluyordum. Elimde ki poşette karpuz olsa gerek.. Ağır ve poşetin tutacağı ellerimi kesmek üzere.. Bir arabanın daha yanından geçerek eve vardım. Tam kapıyı açacak iken, kapı içerden açıldı. Üzerinde henüz önlüğü olup, mutfağı keşfeden bir kadın. Şaşkındım. Gözlerime baktı. Gülümsedim. Hoşgeldim.

-Gözlerimi açtığım da, otobüste, varmam gereken yere 15 km. olduğunu yazan tabelayı gördüm. Tekrar kapattım. Otobüsün bagajında birkaç eşyamı sıkıştırdığım çantam ve iş malzemelerim vardı. Bir şekil inip, iş tutacağım yere vardım. Çalıştığım kurumun yetkili birisi ile görüşecektim, telefonum çaldığında. Netekim çaldı ve görüştüm. Gereken bilgilendirmeye vakıf olduğumu idrak ettiğimde, "işe başlamalı artık", dedim. Aradan 2 saat geçti ve elimde ki işi bitirdim. Sigara altı yapmak için bir şeyler yemek istedim. Lokantaya varıp, siparişimi verdim. Ve tam yan masamda beyaz t-shirtü, buz mavisi kotu ve alacalı renge sahip şalı ile, beni şöyle bir süzdü. Sonra daha dikkatli baktı. Bunu fark ederek, bıyık altı misali gülümsedim. Hoşgeldim.


Bazen insanlara o şansı vermek gerekir. Bu, hiç şans vermemekten çok daha iyidir. Şansa sahip olan insanlar şükretmelidir. Bu da hiç şükretememekten daha da fazla iyidir. Sanırım her şans, şükretmeyi tetikler. Fakat, dinimizde "şans" diye bir şey yoktur.

Bir şeyi gerçekten, iyilik olsun diye yapıyorsanız, ciddi marazlar doğabilir.

Matematiğin bütün sayıları, birbirlerinin akrabalarıdır.

Dünyada ki bütün tütsüler, aynı tadı verebilir.

Ensenizde ki nefesi de, sorgulayamazsınız.

Sevgiler,Aykut


Selametle...


Uzaya doğru dönüp, kustum.

7 Mart 2011 Pazartesi

Odamda ki Uzaylı !

Bazen gözüm seyiriyor ve ense açımı yakalıyorum. Ohh, mis gibi.
Tevazu gösterdim. Dedim, otur şöyle. Ve odamda ki uzaylı, bana seslendi.

- "Kahven var mı?"
- "Var ama su ısıtıcısını bozdum."
- "Onu bana bırak.." dedi.

En ilkel türünden çıkageldi diye düşünüyorum. Daha da çok şey bilenleride doğmuştur. Doğum yolu ile ürediklerinden de şüpheliyim. Sandalyeye astığım mont ve dağınık yatağıma kendince küfredip, durdu. "-Aç mısın?" dedim. Cevap vermedi.Hesap makinama gülerek, kendilerinin abaküs kullandıklarını benimle paylaştı. Yorgun ve ümitsiz çehresi ve bana bir mesaj niteliğinde, mimikleri vardı. Korkmadım, değil hani..

Ben sordum. "- Neden geldin ?" O cevapladı. "- Kendi götünle dalga geç, burası zaten benim..!"

Yatağımı sahiplenmiş tavrı gittikçe canımı sıkıyor ve döktüğü kahvenin lekesi bana göre çıkmaycaktı. Bana bakarak, esnedi, esnedi, esnedi..

"- Gitmeyecek misin?" dememe kalmadan, yüzüme kocaman vurdu. Karşılık verdim. Ve cebelleştik. Ve yorulduk. Ve kendimizden geçtik. Ve terledik. Ve seviştik. Gittikçe rengi soluyor ve artık konuşmuyordu. Yok, yok.. Konuşamıyordu. Dakikalarca birbirimize bakıp, güldük. Hayır bu karşılıklı tatminin, gülücükleri değildi. Nedensizdi, çaresizdi yani.. Yani en azından ben alamıyordum kendimi..Bir müddet sonra durduk.

"-Buraya neden geldin ?"
"-Beni hatırladın mı ?"
"-Sorularıma soru ile karşılık verme !"
"-Ölmedim !"
"-Yaşamıyorsun da.."
"-Beni hatırladın değil mi ?"
"-Seni hatırlamak istemiyorum !"
"-Başka kahven var mı ?"
"-Defol burdan !"
"-Saçlarına ne yaptın ?"
"-Ne olmuş ki ?" (Hayret)
"-Hayır, hayır..Bunları konuşmayalım."
"-Dur! Seni hatırladım.."

"Atinalı mimar Deadalos ve oğlu İkarus, Kral Minos'un emriyle Labyrinthos'a kapatılır. Daidalos kendisi ve oğlu için bu labirentten kaçmaya yarayacak iki çift kanat yapar ve balmumuyla sırtlarına yapıştırır. Babasının Ikarus'a uçarken zevkten kaçınması gerektiği, ne uçmanın coşkusuyla güneşe yaklaşmasını, ne de denize yakın uçup da kanatların nemlenmesi engellesini tembih eder. İkarus uçabilme özgürlüğü ile babasını dinlemez ve güneşe fazla yaklaşınca balmumu erir ve Ege Denizi'ne düşerek hayatını kaybeder."

"-Çok değişmişsin." dedi. Eskiden, bir gece vakti sahilde kordon boyu yürüyüp küfür ettiğimiz köpekler geldi aklıma. Kafamız delicesine güzeldi.

Yanıma oturup, kulağıma birşeyler fısıldadı. Anlamadım.
Henüz burda iken, bütün içimi kustum. Boğuldu.

Rengi değişmeye devam ediyordu. Odamda ki uzaylı, bir oyuncak niteliğinde..
Beni kandırdığı yetmedi gibi, bir de sigara yaktı.
Vücudu biçimsiz ve üstü ıslanmıştı.

"- Git burdan !" dedim.
"- Hiç gelmedim ki.."

Temsili

5 Mart 2011 Cumartesi

Adını Antibilite Koydum, Bırak Öyle Kalsın !

Ne bekliyorsunuz ? Beklentilerinize cevap vermiyorum. Binlerce küfür geçerken içimden,  tam ortasında olan sigaramı söndürmüşüm. Farkında değilim, sanıyorsunuz. Kalabalıklar içindeki yalnızlığın, serçe kanadı kırılmamalı.

Bence ikinci yeni bile, bunun yanında eski kalmış. Bu ne peki ?, diye soracak olursanız da; daha yapmam gereken bir çok şey olduğuna kanaat kıldım bugün.. Allah kabul etsin.

Gitarımdan çıkan sesler, kulağına hoş geliyor ve beni sevdiğini söylüyordun. Bütün çelişkilerin yanısıra bunu unutmadığım , bana iyi oldu. Hak ettim."

Böyler şeyler değil.

Çokça küfür etmeli, mezarlıkta işemeli insan... Gülümseyerek yazıyorum bunları. Ard niyet aranmamalı. Yok ! Delirdiğimi kimseye söylemeyeceğim. Daha renkli sanki, şimdi, şuan, seneye, az önce.. Yar ve yardımcı olmalı Rab..

İnsanoğlu anlatır, karaları bağlatır.

Harp akademisinden mezun olanla, harp edilmez.

Adam gibi adamsın abi.. Fink'i dinlemeli ve bana hak vermelisin. Uzun umut yolculuğunda, ulakların dahi dili tutulur. Ben neyim ki ..? Daralmaktan sıkıldığında insan... Uzun mesafeli atışlar yapmaya müsaitim fakat, menzilim müsait olmayabilir. Bunu da zamanla aşarız, belki sevgi ile coşarız.

Farkında olmak, farkında olduğunu, neyin ters gittiğini bilmek olabilir. Ya da neyin gerektiğini.. Üç akçe düşürsem şimdi ben yere, eğilip alana kadar çoktan toz olur. Adını yazsam yassı bir taşa, sektirsem denizde..  en fazla dört olur. (Sektir git lan !) Ellerimi ters çevirip duana çıksam, kuraklık son bulur, aykut sıçan olur. Olur da olur işte..

Hal böyle iken, niçin hala uyumadığımı sordum kendime veeee cevap gelmedi. Bir de ben ne zaman blogu açsam, avast bilgi çubuğu fırlatıyor kendince.. La etme avast, la verme avast... Ve çok sigara içiyorum.Ve puff..

Müziğin sesi ile oynayacağına, sessizliği özlediğini fark et.

Güzel pantolonların için doğru çamaşırı tercih et. Zira, baharatı bol dünya..

Başkası seni esnetmesin. Yeterince esnedin. Esnek mi ? dedin.

Kopuk telli gitarlar ile orkestra yönetme, arkadaşım !

Elinde tuttuğun ve her an basmaya hazır olduğun kumandanında, pili yok be anam.. Ee bunuda ben söylemiyim.

Son olarak ta, yeşil pelerinimi getirin ! Sıçtığım zehir belli olmasın..

Sevgiler, Aykut

saçında kedi kalan, hanginiz ?

4 Mart 2011 Cuma

Anlar Olan !

Şuan anladım. Olan biten bütün herşeyin senaristi sendin. Şu an ne oluyorsa.. Canım neye sıkılıyor, nasıl neşeli isem, senin yüzünden. Hep kendimi bilirdim ama büyük suçlu senmişsin. Bu konu hakkında bin sayfa yazabilirim ama ola ki rastlarsın bu yazıya, uzun diyip okumazsın. Ama bunu bir şekilde gör ve oku lütfen.

Bugün anladım. Sen büyük bir suçlusun.

Selametle..


temsili