12 Aralık 2013 Perşembe

Mobil Telekinezi Solungaçları

Gidiyorum sanırım, yolcu et.
Okyanusları aşmamaya karar kıldın gözlerimde.
Biliyorum kadınım mevsimler de uzak değil.
Hangimizin affolduğu belli olmuyor sessizliğinde.
Yokuşların sahibi olmalı,
Hakikatın son savaşçılarından bazıları.
Sen tarumar bir yara dizlerimde,
En çocuklu zamanların ayarsızca alınan kararları.
Olsun demiş bulunup olduramadığımız,
Lekeye dair ne varsa göğsümüzde ki ağrısı..
Gidiyorum sanırım, yolcu et.
Akrabalı tutarsız seramonilerin yoksulluğunu,
Sokakta kalmış bir çocuğun yorgunluğunu,
Ve ıslanmış yaprakların masumluğunu,
Ölçemedik kadınım da gidiyor muyum ?
Gitmekten çok, kalmanın yumuşaklığına dokunmam,
Sana koparılan çiçekler kadar hemde,
Hemde sen yokken ekilmiş olanlarından..
Olsun, ben istemesim kırılmasını zincirlerin.
Kabahati bularak kendim de,
Açık sözlülüğüne hayranlığımla,
Sebepsiz saçmalıklara da uğrayarak elbet.
Gidiyorum sanırım, yolcu et.

"Ardımdan" ile başlayan cümlelere lanet olmasın mı ?

Beyan edemiyorum tansiyonumu, kamuya karşı..


Her şeyli hakikatler, Aykut


6 Aralık 2013 Cuma

Belirsiz Yer Çaputları Hedefsiz Temennisi

Çarşafları paylaşmayalı aylar oldu.
Mevsimler geçmiyor yollarımdan.
Katıp denizi boynuna, ölme !
Başka taştan, başka topraktan bilme !
Uyumaya çeyrek kala gözlerim,
Şimdi nasılda bitap dururdun,
Yumuşak yerlerimde küllerimin.
Yokuşlar bağırır, şarkılar susar.
En güzeli de sen küsersin.
Bu değildir ya hani sana yakışan.
Ve sana bulaşan kim varsa..
Göğüslerinde bir bıçak yarası,
Gözlerin de bir hain kavgası,
Alkış yağmuru bedenin,
Beni seçerek katibin, ölme !
Olsunlar ile geçiyor yaralarımız.
Hani sensiz bir and içerdim,
Nefessiz kalana kadar iç çekişlerim,
En derin sularda kaldırmıyor kuvvetim..
Seçenekler sunuyorum,
Katili belirtmeden gözlerimde, ölme !

Kelimeler verebilirim sana,
İçimde bir yerlerde saklanırım.
Aynı içi sana da saklarım.
Yosun tutmaz camların yobaz,
Beni ıslatma bazı ülkelerde,
Galip gelemiyorum da zaten.
Sen değil,
Ben tek düze yaşıyorum, ölme !

Kalplerimiz notalarca akraba,
Sen gibi, kimsem yok !

Peşin peşin anlaşalım.


Sevgiler, Aykut


uyurken de güzelsin, ulurken de..












1 Aralık 2013 Pazar

Ömrümün Kesintisiz Şarj Barındıran Feneri

Yalnız zamanın önünde duramadığı, otobüs duraklarına kimseler görmeden adını yazdığım, geceyi andıran gözlerine uzun süre bakamadığım ve bunun gibi olgularla bütünleşen bir kadın tanıyorum.

Ahh o parmakların, kanunumun telleri..

Senin adın, benim ömrümün en kutsal nişanesi; yakamdan düşmüyor bakışların. Uzun bakış açına sığabilen olmak ve dokunabilmek kimseler görmeden boynuna. Üzgünüm tanrım ama buna günah yazmamalı meleklerin. Seneler ne çabuk geçiyor. Sana kadınım olmak ne kadar da yakışıyor. Özetliyorum şehrin en masum semtlerine yapılan kaldırımları, ayaklarının altına birileri cenneti inşaa ediyor. Çok yüzeysel konuşuyoruz zaman zaman, komşuların bir fincan kahvesine muhtaç değiliz yinede. Sana anlatamıyorsam gözlerini, bırak bende kalsın. Bak solarsa da bir gün çiçeklerimiz, üzülme ben varım. En kötü eker yenisini geçerim, uzak diyarların tohumlarıdır. Sen gönlümde gonca, hatıralarımız ise onca yüke rağmen hala tazeliği koruyan bir buzdolabı. Odanın kirişleri çok sert değildi, sende sert değildin; affedildim. Hani tövbeli şerbetler içerdik ya en soğudundan, bin kez derim hasta olmak yasak ! Tam anlatamıyorum ama sana aşığım bence. Yani bana kalırsa ihale.. Ben bile bilirsem ancak soruların cevabını,.. öpüyorum anam. Çok yersiz ve zamansız karamsar mı düşünüyorsun gerçekten yada bana mı zarfın a be kadın ? Neyse, kahve sensin tatsız, bacalarım kurumsuz. Olmaz ki kışların güneşsiz ! Yad eller kül rengi bulutlarla kapanık, seni öptüğümden beri. Olsun, mübahtır sana bana dil uzatana.. Kılı kırk yarıyorsun da, edermiyim gümüş bir delikli para ?, bilemedim. Bazen çok daha fazlası umudum, ömrümün o senin en eski upuzun saçlarından. Anlatamıyorum, yemin ederim. Sana, senli şiddet taraflarım inan kıskançlığımın basurundan kadınım. Yakarım bilirsin gemileri, düz mantığımın kibriti ile ve umarsızca. Önümüzde; sana çalınacak kapılar, sana çalınacak ziller, sana çalınacak enstrümanlar olacak. Öyle bakma, sana dokunamazsa yanar ellerim. Kora döner adımlarım ve o masum semtin kaldırımlarında yanar dururum. Yada duramam, çünkü durduramam içimde ki sevgini. Beni biraz olsun anlıyorsan, seni sevdiğimden. Anlatamamak benim derdim.  

Onca sene evvelmiş, alel acele gelmişsin dünyaya. Aykut doğalı bir hafta olmuş, senin ne işin var hala içerde, durma koş ! Arada ki mevsim geçişleri belirlemiş belli ki çehreni. Sana ne zaman kırıcı bir laf ettiysem, lağ oluverdi benimde demet demet çiçeklerim. Eee kadınım, sana doğmak bir başka yakışmış. Aralığın bir başka havası olmuş bu vesile ile. Sana en az benim kadar minnettar olan aylar, sana tüm renkler el pençe divan. Yani bu üçünden biri; el,pençe,divan. :) Güzel sevgilim; binlerin içinden kısmetim olmana mı şükredeyim, bana bu kadar yakıştığına mı ? Güzel sevgilim, yolumuz ışıl ışıl, kaderim bir çaputtur adınla başlayan. Seçenekleri gül bahçesi ömrümüzün. Ama yemin ederim, ama and içerim; ölürüm bir yanım sensiz kalırsa. Varlığının, varlığıma kattığı kelimeler ile ayaktayım. Doğman tabiattan çok bana bir lütfu yaradanın. Sana ılık tarafından sozsuz minnetlerimi sunarım. Nice birlikte yaşlarımız olmalı ! Benimle yaşlanmalısın.. İyi ki doğdun, iyi ki varsın; yalnız yanımda değil her anımdasın..

İsimlerimiz zaten akraba,

Gülümsüyorum her an..

Hayatımın kadını !

Seni seviyorum..

Sevgilin,
Aykut GÜLERYÜZ

17 Ekim 2013 Perşembe

Olmayışın Zamana Karşı Tavrına Kırılan Nesneler

Dudaklarım biraz geç acıyor,
Gözyaşım setlerine çarptıkça.
Baş kaldırıyorum bakışlarına !
Gerisinde bir dağ keçisi ve otlar,
Zamana zamansız bulaşan.
Ve sana söyleyemediklerim,
Tek sıra ve istifli duruyor,
Karşı mahallenin parkında..
Onlar olacak benden sonra,
Duracak tam önünde kirpiklerinin.
Başka zaman sana isminle hitap edecek.
Daha başka zamanlar seni tanımayacak !
Bilmeyecekler sarıldığın gemileri.
Bir nota, bir mızıka ve eğlence.

Benden sonra kalkacak trenler.
Tanımadıkların ile tanışacaksın.
Bana da seni tanıma şerefini bahşeden,
İlkel cümlelerimde aklıma taş koyan,
Seni yaradan tanrıya minnettarım.
Kutla beni, benden sonra.
Olmadığımda...

Kışa bulanan mevsimlerini sorgula.
Dudaklarımı sorgula sessizce !
Sor bakalım açmayan goncayı.
Bilmem kaç volt ampül ışığı altında.
Gözlerini sor bir de,
Tam adımın yanında duran gözlerini.
Şimdi adamın yanında duran..
Dudaklarımın setlerini aşındıran.
Kelimeleri dile getirip bağırttıran.
Gözlerini sor da ara beni.
Kaç numarada olduğumun önemsizliğini,
Nefes alışlarımın ritminin gereksizliğini,
Bir kez daha ve son kez hatırla.

Beni bir izmir sabahı hatırla.
Kordonunda koşarak uzaklaştığım.
Bir de uyanamadığım sabahları;
Ses tellerinde hapsettiğin nefessiz kelimelerce.
Dalgası kıyısına vururken şehrin,
Yudumladığın çayda,
Yere düşenini öptüğün ekmekte,
Ve denize kıyısı olmayan şehirlerde.

Aklında böyle biçimsiz kalayım.
Teşekkürler tanrım !
Bir nota, bir mızıka ve eğlence..
Kahkahalarca.


İmza,Aykut


11 Ekim 2013 Cuma

"Zıvanadan Çıktım. Beş Dakikaya Oradayım."

Kabloları takip et.
Beni bulamayacağın yolları sor adamlara.
Beni tanıyamıyor çehresi kibrit çöpünden evlerin.
Bana bana yanaşır, sana benli ilişir şimdi.
Bizim gibi buralar.
Belki üç süt mısır bedenin hala,
Sana seni sırnaşık, ede duruyorlar.
Kaldığım yer, kablolara da sor.
Birleşiyor bu zamanlar.
Bizim gibi buralar.

Park ediyorum göğsüne kadar.
Yukarı doğru teneffüs ediyorum kuş sandıklarınla..
Bana bana yanaşır, sana benli ilişiyorum.
Sesini kısamıyorum nefeslerinin, hay allah !
Çok bırkalama,
Birleşiyor bu zamanlar.
Bizim gibi buralar.


iyi konyak odunsudur


7 Ekim 2013 Pazartesi

"Göstermek Gibi Olmasın, Şuranda Bir Şey...Haa Kolunmuş !"

Ben hiç tüfek kullanmadım. Bu yüzden omzumda hiç çürük yoktur benim. Uzun ağaçların, toprağa varan dallarını ezerek koşmayı öğrendiğimde, henüz hiç yaşındaydım. Güneşin ilk ışıkları ile çıplaklığa kavuşan bulutlar çok güzeldi, sende çok güzeldin. Buraya gökyüzünden bir şey düşmüş. Dedem anlatırdı; anlatırken hep ışık derdi. Sen, güneşin gölgesinde kalan insan mahsulüsün. Gözlerimi kapatınca, gözlerin gözümün önüne düşüyor. Ben hiç tüfek kullanmadım. Eğer bir tüfeğim olsaydı; önce, kalbini avlardım. Her sabah uyanmama vesile olan kuşlarla çekiştiriyorduk seni. Şimdi, senin ismin yok, ağaçlar çok sıkıcı. Burası dünya ve biz yalnızca eskiden çocuktuk.

Sonra bir gün ağaçların kalabalık olduğu hatta ağaçtan başka bir şey olmayan bu yerde ateş yaktılar. Yandık !

Siz inanmıyorsunuz ama biz yeniden geldik.


Belki de sevgiler, Aykut



Tekerlekli sevgiler hiç durmuyor


 (Yayın başlığı:"Kaç canım kalmış - Kafamı Hissetmiyorum" isimli şarkıdan)

20 Eylül 2013 Cuma

Akvaryum Balığının Okyanusa Açılma Hevesi

Her yerin zamansız düzene girmesine neden oldum. Tam gidiyorken cennetten, günahlarım silindi. Rüzgarın esmeye doyamadığı yerlerde doğdum ben.. Nice senelere tüm dünya belirsizlikleri !

Ve yine ben aynı kalender saydam dünya çilesinde, kayganlığını kimseciklerin tanımlayamadığı nevresimlere sarılıp ağlıyor iken, kimliklerim kimlerin elinde..? Sen hangi şehrin boğazı isen, ben o şehrin öksüzüyüm. Senin cesetlerin gülümsüyorken yüzüme yüzüme, hemde hiç utanmadan; benim kahkahalarım.. Bir ben, bir de şehrin ile birlikte yıllarca süründük, birlikte yıllarca çirkinleşip, dövüştük. Sana verebileceğim milyonlarca cümlenin temelini inşa ederken, istinat duvarına da aynı adını yazıyordum. Binlerce adından birini yalnızca...

Neyse, "bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm"

Sevgiler,Aykut

"nicesini dönmez yola gönderdim"

6 Eylül 2013 Cuma

İlkel Saçmalıklar vol.262

Elimle sıkıyordum boğazını, martılarına bir ayağımla basarken ve mimlendi birden bulutları.. Ezilerek öldürülmesin gönlümün haşereleri; ben bu şehrin sıkıyorken boğazını !

Öyle sakin duruyordum gölgesinde; kış gelince, nerede bu gölgesi demeyeceğimiz ağaçların. İlkbaharlı, yazlı günlerdi sevdiklerim seni. Ve seni sevdiğim vakit, gözlerimde karargah masaları.. Sana anlatmaya unuttuğum ne varsa zihnimde, başkalarına da anlatmadım. Başkalaşmaya çalışmıyordum ama gölgesini güneşe borçlu olan ağaçlar bana dakikalar seviştikçe daha da kızıyordu. Ağaçlar diyorum, senli günleri sensiz kılan yeşillikte hemde.

Bize birkaç kelime öğrettiklerinde, varlığını söylememişlerdi.
Mısraları da hiç unutmadım; "Bana seni gerek, seni"

Aşrın bahçe camında buğuyum.
Sabahın perinde sandalcı,
Gözlerinin erinde bir bade soyuyum.
Düpedüz Allah ın kulu,
Yağmurlu günlerinde kupkuruyum.

Ben bu gece yokum.

Sevgiler,Aykut.


başka türlüsünü öğretmediler

3 Eylül 2013 Salı

Senin Anlayacağın Piyano Tuşu Çok Öksürdü O Gecede..

Unutuldu şimdi, bazı güvercinler. Hiç bu kadar büyük bir kağıt görmemiştim dedi adam ürkekçe. Sesini açar mısınız gazetelerin..? Her gün, gün dönümü bir cesetle daha tanışıyorum. Sesin nereden geldiğini bulamıyorum ama ben, kendim de değilim konuştuğumda. Hiç bu kadar büyük bir el öpmemiştim. Hatırlıyorsanız bir zamanlar ne de diri ne de taze kanatlarım vardı. Koparılan hiç bir yaprak tekrar yapışmıyor dilime. Her yaprak bir kelime ve her kelime şeytanın kilidi. Bu melodram, vücutta kaygan yerlerin mitolojisi. Ruh sağlığının var elbet psikolojisi. Olmak istediğimiz gibi olduramasak ta bazı şeyleri, her akşam olmuş gibi şükrederek uyuyoruz. Belki bir gece uykusunda, bize rüya gelen olayları reel yaşıyorsak. Sen bana muhtelif bakıyorsun prensesim. Ben ise bir deve..  Hörgüçüm, dudakların. Sen olabilirim aslında, kimselere sormaksızın kendimi. Her insan ayrı tanır gidiverirken o garda sırf sen değil, bizli gibileri. Kalender tavırlarıma aldandığında çocuktun. Beni tanımaya çalıştığında, bir erkek kadar. Beni tanıdığında yoktum. Bitmemeli gibi duruyor melodram. Olmak istediğim şey şu an daha yumuşak bir yer olabilir. Mesela senin memelerin kadar hoyrat bir yatak. Ben bunu her gece yaşatıyorum kelebeklerine bu şehrin. Biri de anlatmıyor ki, "her" nedir ..? Senin her'leştiğin cümlelere de lanet olsun. Senin bana pompaladığın ünite ünite kanlara da. Aferim, afiyet oluyor damarlarıma.

Uslu çocukların aileleri kadar mutlu tablolar çiziyorlar ve her sabah başlıyor şu melodram. Başımı yastıktan kaldırdığım an. Peki ya aynı başı yastığa koyduğum an..?

Eskiden her evin bir bacağı kırık sehpası olurdu. Onlara kızmayın n'olur ..!


Usulsuz hakikatler, Aykut


bütün gece uyuduğumu düşünürdüm. kollarım karıncalanmış meğer.

23 Ağustos 2013 Cuma

Harp Mağduru Yayın Başlığı

Sen bana yaz de, filizlendiği yerden kopar gelirim o malum sahil semtine şehrimin. En olmazı ağlarım ve de isterim dileklerimi tanrıdan geriye. Halbuki adım adına denk gelir olurdu geceleri sessizleyin.. Evin bahçesinde asmalar en göze batan yanları bu çelimsiz dünyanın. Hatta keserim nefesimi, durakta bekleyenlerden olurum bir anda. Gelip geçiverirsin yanımda öylesine ve umarsız iken. Belli bir saatleri var işte o çılgın rüzgar denilenin. Vapur yanaşır sana doğru. Sahil semti az parçalı bulutlu !

İnsan unuturmuş, insan çömelerek yaşamanın marazlarına isyan edemezmiş çoğu zaman. Sen hırkanı unutma,bir yaz günü sana hiç öremediğim. Hırkan ki çıkmıyor aklımdan... Bari sen hırkanı bil be insan !

Tek dileğim kedileri olur; eğer bir gün gidersem bu şehirden. Semt zaten tapulu malım. Hep aynı saatleri var mavi bulutun. Bakma, bilme ve çekingen ol mutlu olabilme yollarında. Ve yol saçlarını her darbede. Çünkü ben her mevsim öncesi son çıkıştan kaçıveren bir tabiata sahip oluvermişim. Binlerce şeyin paylaşılabilir olduğu bayramlarda, elinde bir tüylü etiket, kaşların çatadurmuş sessiz ve çılgın atan binlerce martının kaçışmalarına şahit olduk biz. Korkunun ecelle dost göründüğü, sokak lambasının altında ki yağmuru da tattık; güneşin perinde gözlerimizi de kıstık. Sen sündürme ceketini, etme ki belli şu jartiyeri zaten öyle karamsarlığa meydan okuyabilen ruh halin ile dans ettik, seneler tanıdı bizim gibileri. İstemsiz şu gece darbesiz devrildi cepkenim. İçinde sana getireceğim umutları düşürdüğüm.. Bildiğim tanıdığım, en kadın ! Oysa ne güzel dürtüler ile çekedurduk halatını, bir yarışta varışları düşleyerek. Binlerce dağa karşı koyabilecek endamını taksitler eşliğinde yedirirken bana, yarasın yarası yaşlı kabuklarıma. Yaşasın bir sokak hayvanı daha ,kimselere muhtaç olmadan !

Seneler varoşluk katmış körpe bedenlerimize. Kimsenin dur demediği azılı katillerin, yüksek sesle söylediği şarkılar kadar yol aldık bir tanem. Bir açık arttırma sonrası elde ettiği eşyasına sevinen bir cibiliyetsizin masumluğu var içimde. Kimsenin duymadığı bir şiir, bir beden küçük geliyor artık. Hastanın yorgan merakı sıcağa meyilli olduğundan değil. Sakın yanlış anlama ! Oysa ben...

Sırf istenmiyor diye, hayatından çıkarmak zorunda mısın ki zaten..?

Ölüyor gibi hissediyorum yada engelli oluyorum. Bilinçli toplumun "özürlü" demekten sakındığı bir bireymiş gibi. Her gün biraz daha finalinde ne olacağını bileceğin dizi filmi tadında. Çokça rahatsız, oldukça serkeş ve harflerin oluşturduğu kelimelerce bitap.. Oysa ben dilerdim; her gece başka bir pelerin takılsın, omzum açıkta kalmasın. Pişirilen en sıcak yemeklerin benden önce bana dair üflenmesi mutluluğun bir başka tanımı olsun. Bir avuç içimde tutabildiğim kadar su bulunsun ayımda. Ve ben değilde gece iştirak buyursun mümkünse bana. Yaa bi siktir git be adam !

Oldu mu şimdi ?

Bir odak noktası, Aykut. Birde sevgiler...

Ayı kadar...











Taksimetresini Sevmeyen Taksicinin Almak İstemediği Yolcu Bakışı

Ceyar !
Mutsuz oldum bir gece,
Sandalyeden düştü bel kemiğim.
Uzun geceler olmasaydı, ne yapardık seninle..?
Ellerimin öldüğü aramızda !
Kazak örüyorum bakışlarına,
Üşümesinler diye bir daha.
Toplamamışsın yine geride kalanları,
Evin altı üstü hemde; olay yeri kaldırım taşı...

Sağlıcakla,Aykut

Eller nereye ?

Çağ Atlatan Küpeşte de Seyir Keyfi

Giderken kırdığın kapıyı yaptırmadım. Evin salonunda kediler öldü bir takım; onlara da aldırmadım.

Senin en çok sesin karanlık, en çok yüzün karamsar ve yere açılı alçak gözlerin sessiz. Gözlerimi kapatıp düşündüm, tek hatırladığım, vardığında beni aramadın. Dünyanın en çıplak çığlığını attım, koşar adım aldırmadın. Küllükte yer bırakmadığım günler ile terlerimiz karışana kadar savaştığımız günler kardeştir. Senin elinde bir kalem; değil kılıçtan, çoğu zaman adından keskin. Kadın gibi billur ve saçma izmaritlerin. Şiir kadar ince destekli cümlelerin dolaşır durur, şu lanet vantilatörü ne zaman açsam; kör evin ağma salonunda. Sus ve konuştuklarımız ağlasın. Yanağında ki rakamlar çarpılsın üçten beşe. Senin gibi gecenin kulakları ağzına varsın. Bana badem alan ellerin kanasın ve çamaşır suyunda kirli eşarpların. Hiç takmadığın ve kanamadığın kadar muhtasar özelinde. Şekilsiz daireleri bir bir karelerden saymaya başladığın geceyi hala gündüze bağlayamıyorum. Seçeneklerin alternatif yoksulu, karakterlerin aç ve yaşamanın mürekkeplerini yalıyorum. Haberin olsun.

Hadi uyuyalım ! Ne düşündüğüm, ne umurunda ya badem kamışlım. Odan kaç bin metrekare senin..? Seneleri, çağlara bağlayan o katlı köprülerde, bana ivedi kaçışlar sergilemene hiç şaşırmadım. Adam da sarım sarım sarmalıyor elinde ki kamışı. Belli ki bir gül ağacı feda edilmiş yoluna ve belli ki tenini sıvazlayan parmakları kamış delik sandığı yanlış yalanlarında. Kaşınıyorum. Bu belki de tadacağım son uykusu olacak şehrin. Bir kaç seneye sığdırmaya çalıştığın binlerce yılı, koyarak bavuluna bana gelme n'olur.. Ötenazi hakkımın ilk yılı. Dahası da bir başka ilk yılları, ılık yıllarımın. Göçüp gideceğim bu toprak öyle verimli, öyle verimli. Anahtarlarım kayıp, kumandası da öyle aynı ağma salonun. Işık saçan bir şeyler gördüğün de dur ! O ben olmasam da, belki cami avlusuna koduğun sensindir. Dahası bir başka haşere, dahası ilkel bir deniz mahsülü... Ahh bu ses, kaçış biletini bedavaya getirebildiğim tek nefes. Bir adım önde durdum senden. Süs eşyalarını sana sakladım. Evde sandık buldum sen yokken ve o sandıkta bende saklandım. Aman ses edemedim. Aman kaçamadım apartman merdivenlerinden, senin kocan açar hiç açılmadık kapıları, sessiz. Edirne konseri öncesi, atıştırmalık seviştik karşı kaldırımda, kedilerin evinde. Saba makamı bir bakıştı kedilerin ki ve dokuzundan, beş canını yitirdi yavrucaklar.

Elim cebimde, ceketim olsa ayazdan uçuşur. Ya Rab bu nasıl gündür ? Hiç bitmedi yıllar yılı...

Sen varmışsın gibi yaktım sobayı, kestaneleri çizmeye bekledim seni. Meğer köz diye ısıtan, gözünmüş senin be kadın. Biraz daha ağlamaklı baktın, devirdim sobayı, evi yaktım. İşte o ağma ağma dediğim evin, ağma nedeni köz gözlerin. Ağlayınca kızaran, soruları cevapsız koyup kapanan.

Bana bugün metrelerce şebeke verin. Bilseydi graham o telefonları açmayacağını, inan olsun icadı yarım bırakırdı.

Kelimeler yetmeyecek ama çok şükür.

Biraz da;




"ben dimedim hacı"

Sevgiler vesselam, Aykut





19 Ağustos 2013 Pazartesi

Gönlümde Ki Çapari İğnelerinin Dramatik Kopuşları

Yaşıyorum, çok şükür der gibi.
Bir tutamlık şiiri ölene dek saklar gibi.
Yasakları daha da yok sayacak gibi.
Tüm nefesli çalgılar, akciğer kanseri.

Hiç unutmam, geçen gün onbin fitteyiz. Gör beni bilmem kaç metreyim; bir o kadar da altta var tabi. Çekmişim pardesüyü, kuşak ta sargılı belime elbet. Uşak mı ? Uşakta sancılı elbet. Ne kadar eski esvatı varsa kirli gönlümün, serdim kontrolsüz kavşağın en işlek yerine, yıkadım. Sanma ki sana alışkınım, pazar sabahı kahvaltılarında. Çay varsa, sana gerek yok ya işte, anlasana ! Neyse efendim, mahallenin en bıçkın delikanlısı modunda bir bayram günü hıçkıra, hıçkıra ağlıyorum. Bakkal muharrem topluyor götümüzü, bitesi gelmeyen cumartesi gecelerinin ilk ışıklarında. Seviyoruz be teyze, o lambası milyon yıldır yanmayan sokakta ki sebepsiz direğin altında üstüne bastığımız kaldırımları.. Bakma sen, sevdiğimizden basıyoruz. "Aslan südünü" eksik etme kursağımızdan sen yine de... Herşey sakin, her şey atılgan ve atılası ciğerlerimizde. Ahh şu dört duvar arasında, damarlarıma sakladığım alkol oranı; sen adamı güldürürsün. Etme !

Sebepsiz yere bardağı taşırdım.
Akrepsiz sahilde çekmece karıştırdım.

Kırmayın şu kibrit çöplerimi !

"Kadınlar dostum.. Çok garipler !"


İlkel vesveseler, Aykut



seninle yeniden donmuş gibiyim...


9 Ağustos 2013 Cuma

Ölmeden Önce Tadacağın Cennet Menşeili Dayakmış Gibi Yaşamak

Küçük adımların ile koşuyorken, düşme korkunu alnından okuyacaktım. Elimi tutman için uzattığımda, ona takılacağın ve dengeni bu şekilde yitireceğini tahmin edemeyecektim o an.. Kuşlar tek sıra halinde uçarak, bir anda dışkılarını savuracaktı insanlara. Ve aynı insanların dikkatlerini bu çekerken, sen korkmaktan fazlasını yaşayacak ve yuvarlanarak düşecektin.

Ama böyle olmadı..

Mutlu uyuyun insanlar, ben varım.


Adaptasyon düşüklüğü, Aykut





bana sürprizler ile gelin amcalı kadınlar

6 Ağustos 2013 Salı

Karanlık Montlu Aydınlık

Sanki ne kadar uzun adımlar atarsak, o kadar daha çileğe bulanacağız. Anlıyor musun ? Doktor ! Tanrı senin biletini kesmiş. Tam 5 kere Alsancak'ta sabahladım ben, sırf seni dinlemek için. Ve peşinden koşarak, kirli ama belli etmeyen kaldırımların ve senin. Bulduğum hiçlerde dahi adın vardı. Ahh kahretsin dostum. İzmir seni beklemeyecek !

Mutlaka şehir nüfusuna kayıtlı olmalısın. Mutlaka bir oy pusulasına, benim için olmasa da eveti basmışsındır. Aynı gecenin mutsuz neferi olmuşsundur sende düpedüz. O sabah ki güneşte kalan gazetenin en sıcak yanını basıyorken yüzüne, deniz milleri öteden sana sövmeme; sende, bende utanacağız. "Neden dudaklarında ki renge aldandım?" dedim sonra ben kendime. Elimde bir bilet, yahu ey kurban olduğum ve ne kadar telefon rehberi varsa bu şehirde ve sen ne anladıysan şimdi bundan.. Allah ım nasıl bir yara nasip olduysa şu içimize, böylesi bir karanlık montlu aydınlık. Biraz ötesinde dibi delik bir çaydanlık barındıran insanlar. İklim sana dargın, kendi memleketinde. Saatin hala ya buçuklu ya çeyrek. Sana evvel zaman gerek.

Bedelsiz semtlerinde uyandım bu sensiz gecenin. Daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Çantamda bazı sırlar var. Ha anlattım, ha anlatacağım; önüme gelen ilk otobüs durağında birilerine. Sen bu enstrümanın en ince telinden ne anlardın ya, burada olaydın tabi. Oysa bittabi sen müzisyeni, birbirine aşikar bestelerin. Hani o, onu o sandığın hakikatsiz geceler. Sabahında sular seller oluverirdi. Kelimeler anlam bakımında değer yitirir. Geçmişine şöyle en cebellisinden okkalı bir küfür savururken hemde. Bir selam çakıp, yaktım sigaramı. Borsaya endeksli gibi görünen iç çamaşırı sempozyomuna katılamadığım gece, içinde silah gibi şeyler barındıran bir kuvvet kolluğunun rütbesi geniş adamı ile sende bana selam göndermişsin, aldım. Başım üstüne. Bu mektupvari yazımda kimi öldürmek istediğim apaçık meydanda iken, ben alet yoksunuyum. Kesici ve delici neyim varsa gömdüğüm toprağa nasıl olsa hepimiz gireceğiz bir gün. İsimsiz semtinden bir iyi geceler patlatıyorum sana. Daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Sokak lambalarını temiz tutmayı başaran güvercinlerdi bunlar. Her mahallenin kıraathanesinde az şekerli kahve söyleyen emeklilerin dilinde sana her gün söylediğim şarkı. Notalar senli benli ya işte. İlk şarkılarımda ki sizli bizi de unutmadım. Ne kadar yakın olduğumda seviye kaybı yaşadım, bilememiştim. Hani o senin sarhoşlu cümleler kurduğun gece oldu sanırım. İçimde en kar yağan yaz günü karmaşası. Tuhaf kokan nevresimlere sarılıp, ağzında ki salya ile kadrajlarımdan kaçamaman. Gülümseyerek bakıyorum takvimlere. Hiç denize kusmadım ben, seni götüren trenlerin dışında. Hatta hiç o denize küsemedimde. Biliyor musun ? O deniz biraz koylu, biraz yosun esanslı, biraz cabbar. Ben bikinilerini yıkıyorken geceden, sen rahat birşeyler... Hişştt, sakin ! Sana her baktığımda, gömlek değiştiren yılanın hikayesi, tavşana karşı boş olmayan bir kaplumbağa... Hey doktor ! O senin tanrın biletini kesmiş olabilir. Fakat sen kader nedir bilir misin ? Bilmeyen dostlara da ayrıca selam olsun. Onlar için de türlü çaylarım var benim. Sırası geldi mi neden olmasın..? Gıpta ederdim yere düşen şeyleri üfleyerek yemene. Neyi neresinde anlattığımı bilmiyorsun. Hatta daha da ilginç olan yanı bende vuruldum sana kırkpınar güreşlerinden. Ön protokolde izliyorken sen  ve ben daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Neyse, sen istediğin kadar mutlu görün şimdi. İstediğin kadar tavuklu şeyler tüket. Hasret bağını mor botlarına bağcık et. Nasıl olsa, İzmir seni beklemeyecek !

İçimde tümleçler uçuşuverdi,
Kanatlandım bende nicelerinden.
Adımların beni tek tek sarıverdi,
Bu denli gamsız sevişmelerinden.

"Neden dudaklarında ki renge aldandım ?"

"Olsun dediklerimiz zaten olmuyor."


Yalvarırım yanlış anlaşılmasınlar, Aykut



31 Temmuz 2013 Çarşamba

Kimseyi Kırmayayım Diye Diye Paristen Gelen Vazoya Dönen Adam

Sanane ulan kedilerden..?
Sen hiç yaz günü üşüdün mü ?
Kalemleri sırf ibret olsun diye,
Kendine batıra batıra hemde,
Zamana karşı, zamanında gülümseyip,
Dize gelen sularda, boğulup öldün mü ?

Daha mutlu görünmelisin kurabiyem. Sen yemezsin ama bende yapamıyorum zaten hamur işi. Ne kolay dimi? Nasıl olsa olmayacak olguları zorlamamak; bazı senaryoların başarılı ve hoşgörü barındırması. Göz damlan da bende kalmadı. Lakin senin göz damlan hiç olmadı. Ohh bee ! Artık, gidebilirim. Buna bir engel kalmadı.

Acımasız girişimlerine karşı durabilmek farz olmamalı. Hemşireli şeyler yazma be adam ! Komşular alışverişte sanmasın seni. Bana bir masal anlattılar; asır sürdü. Gözlerini kaçırmana kızamıyorum. Alamadık ki şu ehliyetini yeniden stajyerliğin. Cemal Süreya'da, o kardeşi olan gözleri unutmayacaktı, unutmadı. Senin de "kardeşimlik" dürtülerin depreşmesin be kadın. Öyle deme, lazım olur. Nasıl olsa bir yolu bulunur o koca koca kadınların doğurmaya çalıştığı mucizelerin. Bak sen gittikçe alınıyorsun ya üzerine, işte o aynı üzerine gelemiyorum senin. Cebim delik gibi benim bir tenefüslük hemde. Hemde üzerime çay dökülmüş geceden. İşte bu güzergahta yangınım, üfleme !

"'Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna' bir çocuk demiş."
-Nilgün Marmara

Sevgiler, Aykut




27 Temmuz 2013 Cumartesi

Hastanın Durumu İle İlgilenmeyen Hemşirenin "Banane yaa"sı

Girdiğin her sokak çıkmaz olur. Çıkmak istediğin sokaklar ile dolusun. Kiminin gidişi, kiminin dengesiz bayramlarına denk gelir. En acı tarafı da budur, güzel memleket biberimin !

Kılı kırk yarsan da, deveye konuşmayı öğretsen de, ellerini parçalamaya çalışsan da sana doğru gelen ilk banliyö treninin altında; bazı şeylere kader denir. Bunu kabul edenler de olur belki, etmeyenlerde.. En renkli şeyler, en tatlı şeyler değildir de çoğu zaman. Görüntüsüne aldanıp yanılgıya düştüğümüz bahçelerimiz vardır hepimizin. Ve bizler, hepimiz yüzyılın salakları olarak tarihe geçeriz. Ansızın, kimseye haber vermeden ölürüz daha bir. Aynı bahçede ölen çocukluklarımız bize küfür etmeden koşarak uzaklaşırız. Bu aptal döngü sonradan sonraya, kimisinde ağır rüzgardan yüz felci hissi bırakır, kimisinde yokluk hissi.

Kaybettikleri ile övünen adamın, saçma sapan uzayan sakallarına benziyorum ben. Kazandıkları ile yetinemeyen borsacılar kadar mutsuz..

İlk kadrajını hatırlamıyorum. Tuhaf şerbetlerinin o karşı koyamayacağınız tadı ile sarhoşluğunuz katlanıyor. Tarihin arka odasından sesleniyorum size, kim olduğunuzu da bilmiyorum ama yine de canınız cehenneme ! Çok uzun sürmez kusmalarım ve öksürmem yüzünüze karşı; buyurmayın meraklarınızı. İsteyemiyorum da kirli esvatlarınızı uzun bir süre.. Duvarlarda ki pürüzler kadar fikirlerim vardı benim. Taa ki sıvacısı gelene kadar bu inşaatın. Ben bir kaybın neferi değilim. Bu bir kaybın eseri değil. Güzel şarkıları kıskandıran gecelerin kayıp repertuvarlarına da selam olsun. Tam ayrılıyorken sana söylediğim selamdan hemde. Tam yanından ayrılıyorken kıskandığım ulaşım aracının seni götürdüğü istasyondan. Bak dostum; takabilirsek şu at gözlüklerini, ben koca bir yalancı çıkarım. Bu yüzdendir görmemeye ihtimallerim senli günleri. Hasar tespit çalışması lüzumsuz geliyor daha bir. Perte çıkan yanlarımız da vardır elbet. Beni düşünmeye sen gark ettin. Öyle ise anlıyorum ki burası, yolu ayrılanların kerhanesi !

Sonu mutsuz biten masajların merkezindeyim.


Hep yarım kalanlardan, Aykut

yazması oyalı, kundurası boyalı...






23 Temmuz 2013 Salı

Kara Vicdanlı Yarin Beyaz Tenine Konan Kara Sinekler

Çerçevenin kenarı yok sanki...
Söylemenin de manası, gözlerimi kısamadım.
Seni anlatmama kararı aldım havaya,
Oksijeni bu derece şımartmaya gerek bulmadım !
Solumuyorum genelinde bir başkasının inandıklarını.
Çizmiyorum ve tutmuyorum, güneşe doğru parmaklarımı.

Temiz çarşaflar seremiyoruz gönlümüze...

"Kafiye olsun diye değil."


Yersiz bildirimler, Aykut

21 Temmuz 2013 Pazar

Dillere Pelesenk Olan Zavallı Pezevenk Adamın Feryadı Dört

Biz baharları tükettik !
Yarıda kalanlar müsait bir yerde inerken de, sessizdik.
Bugün olmaz ise, bir gün elbet; sana dair gecelerde süslendik.
Öksürdüğümü ve boğazımda ki düğümü birde şu senin düğünü..
Nasılda basıverdim mavi alevli uykumda..?
Ve gülerek ve ayrı kaplardan içiverdik suları.
Ve nihayet, şimdi seslenmek için çok geç,
Koşarak uzaklaşmak zamansız.
Diğer bazı şeyler, bazı bazı erken.
Vakit ya, hepsinden geç.

Mutlak bitecek vecizeler ile doldurduk mühimmatımızı.
Ölüme koşuyoruz her an, önüme pisliyor kuşlar.

Pis vecizeler, Aykut


bana bi votka martini !





18 Temmuz 2013 Perşembe

Tıp İle Alakası Olmayan, Babası Baytar Kasaba Şerifine Yapılan Şakalar Silsilesi

Sana ulaşabileceğim başka bir nokta komuyorsun.
Arayamadığım numaraların meşgul olmamasıdır tek dileğim.
Kalbim bir an duruveriyor ama, sen çok yaşa !
Gümüş kollarına güvercinler konuyorken de küsüvermiştin.
Hasat dönemi ölme dedim binlerce kez, ölme !

Babam memleketinde, Aykut

üzerinden yol geçecek evleri çok üzüyorlar.

9 Temmuz 2013 Salı

Her İmsak Endorfin Salgılayan Yanlarım

Belki sen daha çabuk yaşlanır, benden sonraları ölürsün.
Belki senin çirkin talihin olurum, belki de doğumda ölen yavrun.
Bir kitabın bin kelimesi sanırsın, içinde ki yüzlerce şeytanı.
Bilir kişinin rakamları küser zamanla ve kırıldıkça sen cama, cam sana..

Eğer fazla varsa, bana hak verebilirsiniz.

Sessiz uyuşması, Aykut


27 Haziran 2013 Perşembe

Ağzıyla Gitar Solosu Atan Adama Konulan Gırtlak Kanseri Tanısında Ki Anlamsız Şeyler

Evin sakinleri çokta mutsuz sayılmazdı. Birden devrilen mumluk, yangına değer derecede bir başarı ile devrilirken, kaç kişi olduğumuzu sayamıyordum...

Rakamları çuvallara doldururken de sahipsizdik, okumayı yazmayı ezberliyorken de.. O gece çok karartı vardı mutfakta, çözemediğim. Evin halıları ıslak, evin mahrem yerleri sana küstü. Bak beni yanlış anlıyorsun. Biliyorum kadınım. Aslan rolü nicelerine yakıştı, yıllar yılı. En tuhaf şifonyerinde ki bardakların çatlak olduğuna sende şahitsin ! O gece sabahlamaya çeyrek kala, sızmaya bir hazırlık bir hazırlık.. Çantanda ki geceliği çıkartıp yanıma gelmen cesaret isterdi. Üzerinde ki gecelik benim. Giy şu üniformanı ! Çatlamış bardaklara tekrar tekrar rastlıyoruz. Ahşap merdivenler kaymaya müsait. Tedavi süresince sigarayı yasaklamışlar. Ben neyin derdindeyim, şimdi... Dökmeden yudumlayamıyoruz kelimeleri ve sende hala özgür bir zihniyet, bir ingiliz tavrı.. Kaşlarının tam ortasından öpüldüğünde henüz irili ufaklı yaşlarda seyrediyordu cesedin. Hiç doğmamış olmana bu denli şaşırmama çok şaşırmıyor değilim. O son kararı verip, kalemi kırmana ne demeli ..?şimdi. Ülkenin biraz aşağı, biraz ortası bir beldesinde içine düştüğü yerde kalamadın tabi. Sana en az senin kadar büyük ve derin düşünebilen tuşlar lazım gelir. Basmaya doyamıyorsun şakaklarına şakaklarına.. Ulan, felç geçirsek ya şuracıkta ! Tutmasa en sol yanlarımız. Kırık masada da bir çatlak bardak var , üst komşu "gözdür, göz" dedi. Aynı gözler ile oturup ağladım. Sarılmaya bir sürü yastığın olduğu bu evde şaka yapmak afarozluğa bile neden olabilirdi. Kırılan kalemlerin, gönlünü nasıl alırız birlikte bilemiyorum. Tek bildiğim, çakmakta açacak görevi görebiliyor.  Yedi düvelin en başarılı noktalama işaretleri seni gösterirken, tabelalarda rakımların geçerken hemde; bir ingilizce türküdür dilinde ki, senin.

Kusursuz intihar gibi süslendin o gece. Evin halıları kurumamış, saati bilmek istemiyordum.

Çek şu gitarın fişini ki, daha fazla ağlatma komşuları.

Gün aşırı sırnaşıyorum çiçeklere; geceleri fotosentez benim de hakkım !

Kafamda bıraktığım, defterler var.

Nerede olması gerektiğini bilen virgüllere selam olsun !

Evin sakinleri, çokta mutsuz değil.


Sevgiler, Aykut


kalbimize giden yol...

14 Haziran 2013 Cuma

Kırık Kürdanlar Kumpanyasının Bizlere Sunduğu Kararsızlığın, Çaresizliğe İlk Adımı...

Öyle dönüyor işte etrafımda. Madde kullanımından uzak, iklimin gözleri kör..

Böyle ticaret olmaz ! Hem dudaklarında ifade verelim, hem üstüne bedenim koğuşun olsun bir kaç sene.. Neyi istediğini bilemeyenlerden geldim buraya. Soluklanayım da bir, anlatayım kaç kuşak sarpa saracağımızı. Ardı arkası kesilmezdi önceden tüm bu güvercinlerin. Ötesinde durur oldum şimdi aynanın; bana, sen gibi bakan.. Aksanı kıt tümleçler kullanarak yanıma konman hoş, üstüme sıçarcasına tüylerimi yolman bedelsiz. Ya hani çağırmıyorsunuz hiç beni. Yokuş tepemeyecek kadar yaşlı değilim. Susuzluğumun sarhoşluğu bu elbet. Kinayeli sitemlerim var. Yarısında vazgeçmekten ucuz ne var şu hayatta..? O kısmın yarısı olduğunu bize kim söylüyorsa, o da en az bizler kadar suçlu ! Peki, hep biz mi suçluyuz diye sormadan önce de damarlarım dahaya tıkanıyor. Hoşçakalmasını istedikçe bazı güvercinlerin; hoş karşılanmıyor yedi tepesinde bir diğer vede bazı şehrin, şehirlerin. Yükseliği yerden kopsun, aktardığı yerden damlasın sıçtığı her ne ise bu rüzgarın. Birilerine bir şeyler götürebilen, birilerini çoktan sersemliği ile kutlamış rüzgara selamı emanet etmek gerekli. Bana bir sapan verin ki, içinde bulunduğum çölde taş aramaya gelsin sıra.  Vurgular tıkalı, kaldırım taşları sana küs. Basamadığımız hangi tuşu kaldı ise piyanonun, o amına kodumununda selamı var. Özürlerimi sunarım bal kuşum. Sensiz gıcık yapıyor oksijen dolu nefeslerim.

Kumlarını sayarak geçiyorum çölümü. 
Kinlerinden sıyrılarak sarılıyorum sana. 
Katma değerin yüzdeler ile belirsiz..
Kim bu kaldırım kadını .. ?

Benim yükselenim sana doğru atan kalbim olsa gerek. Yoksa niçin tanışamadık seninle, ey musalla.. Ömrümüzün en müsait yerinde inemedikten sonra, dünyada ki tüm sevişmelerin bedeli ödenebilir. Sana topladım bu sene, bahardan kalan polenleri. Belki hapşurusun yüzüme yüzüme. Çok yaşa dersem, ölmez misin ?

İstemiyorum dahasını uçurtmaların.
Masada yazılı adında okunmayanların. 
Dolanıyor bağcığı boynuma, 
Ayaklarını saran yanlarımın..

Öte yandan, beri yana beni yazın kışlıklara, kışın yazlıklara...

Yüksel, gel oğlum. ,
Bu gece babanın darasını alıyoruz !


İlkel beklemeler, Aykut

"hatıralarından yüzde kaçını unuttun" S.K. 




8 Haziran 2013 Cumartesi

Basılmaması Gerekilen Kaldırım Taşlarına Benzeme Korkusu

Tuşladım ve çaldı sarhoşluğum.
Başka bir çarşamba gününün kardeşisin sen..
Kırık bardaklar keserken dudağımı,
Ve tam öpüşüyorduk karanlığında odanın.
Belki de başka bir hakikate inanıyorken,
Bana uzaktan bakıp, "Sarhoşuz" demen yeter..

İnsanlar unutur...

Uyku yoksulu biri, Aykut

6 Haziran 2013 Perşembe

Gezi'nmeden Uyumayalım, Gazlamadan Ölmeyelim !

Gözümü alan güneşi akşam vakti ters çevirip, damla damla katlanmaya başlıyorum. Ahh bir bilseydim şu dilini, anlayabilseydim tek başıma demek istediklerini..

Bir kaç asır berisiydi. Belki milattan öncesi. Taşların daha çok yüzümüze gülmeye fırsat bulduğu bir iş gününde, henüz keşfettiğim şarabı yudumlarken konuverdin yanıma. Anlat dedim sana, anlamadan. Anlatamadan öldün. Dün, senin günündü; o gün çok ileri gittim. Bugün bağışla..

(2 mayıs 2013 günü saat 22:00 suları, beni kabataşa götürmeyen metrodan eminönünde inerken, trafik lambası yanmayan caddeden karşıya geçerken, gaz maskemin lastiği kopmuşken yaşayamamışlığım.)

Olanları çok ciddiye alıyorum,
Olayları kendim şekillendirirken.
Yumuşak tenimde ademoğlu ağlıyor.
Harfler parmaklarıma yapışırken..

Sert sessizlerin şerefine !

İçimde ki çerçevelerin resimlerini kim çaldı ?

Utanç tablosu yerli yerinde..


"Kahrolsun bazı şeyler", Aykut


bazı şeyler !

24 Mayıs 2013 Cuma

Ormanda Kaybettiğim Yola Şehir Merkezinde Rastladım

Burası çok mayıs ve tuhaf eşyaların var.
Mevsimi biri tutuyor sıkıca !
Son bulmuyor gökyüzünde menekşen,
Karalıyorum defterleri, eksiliyor sayfalar.
Sarı sarı ve içinden geçenler ile türküler söyleniyor.
Artıyor kelimeler, boğmayın serçeleri !
Damlıyor işte bir şeyler, aklımdasın..
Gölgeler buluşuyor bir yerlerde.
Her gece, sabaha dek yanımdasın.

Nefesim bir şarkı mırıldanıyor.
Çiçeklerin ellerimde ufalanması kadar gerçek !
Gerçek hala sen, sen yalan değil iken..
Mısırlarını patlatıyor gecenin köründe,
Ve güzel kokuyor bazı günler.
Eski güllerin ardından...

İsmi lazım değil bir caddede bekliyorsun.
Her lambanın altında kediler şaka yapıyor.

Ahh canım...

Sevgiler, Aykut

"Kendime bu resim ben diyemedim" (Kubat)



21 Mayıs 2013 Salı

Ünlemlere Ödenen Depozito (Dudaklarının Kirası)

Ellerim bağlı bir sandalye..
Ellerim mi bağlı, sandalye mi ellerime..?
Saat henüz çeyrek koşamıyorum.
Soruların cevapları kuşlarda.
Ne duruyorsun ?
Yanına kalsa daha mı iyi ?
Bana sormadan, kayıyor yıldızlar !

Bir basamak daha koyamamışlar şu merdivene. Ne zaman insem, düşer adım oluyorum. Parmak uçlarımda yaşıyorum adrenalini. Hey sen ! Seni sersem ! Okul çantan kanla dolu. Bir bayram arifesinde, yokuşlara karşı, gün aşırı koşuyorsun.

Issız bir odaya düşeceksen eğer, beni sevmeyi unutma !

Yastığın kenarında kalan saç teline, sabaha kadar ifade verebilirsin !

Yıllar, en çok senin cebine yakışıyor !


Sevgiler,Aykut

resimde kaç tane yüz var ?

17 Mayıs 2013 Cuma

Sessiz Geminin Desibel Rekoru Sireni

Bazı şeyler, bazı şeylere benzedikçe, benzemek benzemekten uzaklaşıyor. O gün, o parkta hava ne kadar sıcaksa, duygularda o kadar sıcaktı. Hatırlamadığım virgüller ile doluyum. Burama kadar gelen trenlerde bilet kontrolleri...

Ben ne haldeyim diyemeden henüz çoraplarımın yırtık olduğunu hatırlarım. Yüzüme bakacak yüz bulabildiğinde gel desem. Gel desem ki zaten bulamazsın beni. Akıl fikir, saçına sürdüğün saçma sapan, fikrine bulaşan kurşun yaraları ile meşgul. Öyle soğuk ki şimdi batı yakası gönlümüzün, kim ne halde ? Sende mi leyla ? Sevene bırak denilir mi ? (Şekil 1)

Bu kaçıncı soda şişesi bilmiyorum. Şimdi çok uzaklarda olan, yıllar önce açtığım soda şişeleri de var.

Neyse daha fazla aside bulanmadan..

Magnezyumlara selam olsun !

Hoşça kal, Aykut

şekil 1

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Çok Korktum Faik, Beni Sevecekler Sandım !

Bana fikrimi sorsalardı, belki kendi arkadaşlarımı kendim seçerdim. En dolu yaşadığım günlerin arkadaşları ayrı, en dolu yaşadığım arkadaşlıkların günleri ayrı yazılır lugatımda. "Bir keresinde hiç unutmam..", ile başlayan hikayeler dolduruyor ömrümüzü ve mutlak yalnız olamıyoruz gibi, hep var birileri.

Cansu ile kundaktan beri arkadaşız zaten. Bezlerimizi birlikte değiştiren annelerimiz, hiç tanımadı birbirlerini. Babalarımız ayrı kahvelerin, farklı masa adamları. Kabul buyurun dostlar, Cansu ile din kardeşiyiz. Sokakların tozları yutulur, camda olmayan anne cama çağırılırdı. Misketlerim cebimde, yokuşta bulunan bir evde oturuyoruz o zaman. Böyle; kaldırımları alçak, asfaltı yüksek. Yokuşun eğiminde misketlerim yuvarlanırken, uzak bir akrabanın arabası gelip yanımda durdu. İçinde ki amcanın tanıyamadığı ben, beş yaşındaydım. Haftasında kenarını açtığım ayakkabının, fermuarı kapanmayan pantolonumun, kir içinde ki ellerimin sokağa ait olduğu bir yaz günüydü. Uzak akrabama tanıştırdılar beni. Belli ki yıllar olmuş, hiç tanımadı. "Aaaa" , dedi.  " Nede büyümüş!".  Oysa kendimce daha da büyük olduğumu hissederdim. Aksi ve ters bir çocuk. Tam o sıra, benden kilometrelerce uzakta olan arkadaşım Cansu'ya baktım, akrabamın arabasını gözlerim ile işaret edip, havasını yaptım. Hatta uzak akrabam eve girdikten sonra, sağ elimi kaportasında yavaş yavaş gezdirip, bıyık altından gülüyordum Cansu'ya. "Baaaak", dedim. "Gördün mü kıpkırmızı araba..? Eee, kimin akrabası !" İşte bu Cansu ile ilk tanışmadığımız andı. O kadar tanışmadık ki, yıllar sonra kız arkadaşım bile aynı yerde çalıştığı Cansu'yu hatırlamamıştı. Eee, kimin kız arkadaşı !

Arkadaşlık dediğin, o an aradığın kişiye şu an ulaşıyor olabilmektir. Gönül penceresinden ansızın bakıp gidenlerle, kalandır. Ayağımın en küçük parmağını, sert bir yere vurduktan sonra ettiğim küfürdür, arkadaşlık. Tanımaya lazım gerektirir, şifaya müntehar olanı. Bir kaç cümle ile vazgeçememektir. Sır saklarken uzun saçlarından sakınmaktır arkadaşlığın. Al bu tanımları Cansu'ya uyarla;



Benden bu kadar. Sonuç olarak, Cansu başta olmak üzere, tüm arkadaşlara selam olsun ! Esen kalsın, gönlünde yıldız kayanlar.

Güzel insan Cansu, iyi ki doğdun, iyi ki varsın. Sen ki bizler için önemli bir bireyisin bu toplumun. Daha nice yıllar yaşarsın..

Sevgiler, Aykut











14 Nisan 2013 Pazar

Bakışları İle Çiçekler Açtırana Dair Fikirlerimin Özetsiz Özeti

Ömrümün tek sermayesi, kadınım.
En yakışıklısından ve masum bir gülüş,
Gözlerinde tatmaya doyamadığım...

Senin ayaklarının götürdüğü yerlere,
İsminin anıldığı dünyaya dair her noktaya,
Nefesine şahit olan oksijenin her zerresine,
Baktığında sen kadar güzelleşen kadrajlara,
Dokunabildiğin her madde-i müntehaya,
Sığdırmaya çalışıyorum gönlümü.
Ve sana anlatacağım hislerime,
Döndüremiyorum ne yapsam şu dilimi.

Bir sonbahar günü onca üşümene rağmen,
Ellerimi tuttuğunda avuçlarıma bıraktığın,
O ilkbahar sıcaklığının kölesi olurum.

Ne zaman ki heveslerde yarım kalsam,
Bıraktığım yerden tamamlamaya çalışan,
O fikirlerinin, ömrümce kapısında yatar uyurum.

Varlığından yana, en temiz şükürlerim.
Varacağın günü bir ömür beklerim.

Dostum, kadınım, sevgilim...

Sevgiler, Sevgilin.













11 Nisan 2013 Perşembe

Hiciv Treni

Çoğu zaman hatırlamıyorum seni,
Haftanın dokuz günü dokuzuncu gece
Kırık bardaklar kullanıyormuş gibi
İçimde ki bulut sise dönmeden...
Sende ki havanın bir anda soğumasına şaşkın,
Bende ki hırkanın cebinde ki selpak,
Seni bana hatırlatan bir bakış, aklımda.
Selası okunmasaydı o hevesimin,
Yalar tükürdüğümü, ağlardım.
Ne hicri takvim, ne de haftanın dokuzuncu günü.

Kaygılar, Aykut

23 Mart 2013 Cumartesi

İlk Tümevarım Yöntemine Muhalif

Meridyenlerine takılmasaydım, düşe kalka gelemezdim yanına. En şubatın, dip günü; rüzgara karşı yürürken birden kesildi ayaklarım yerden. Hayal değil de, utandıran mevsimin içgüdüsel belirtisi. Bir yürek yemişim sevgilim, hemde sensiz. Dolduramadığım idrar testi kabı olsaydı keşke, yalnızca. Titremeden önce üşümeliydim. Çok deterjan koktum ansızın. Gideceğine dair, her türlü bahse varım şimdi..

Ağzımın içinde bir yağ tabakası kadar kaygandı o an ki duygun. Aynı ağzımın içinde bir garip dedim adını. Hiç kırılmamış kibrit çöpleri kadar hoş bir kader yazmazdı zaten. Daha ilkel bir şeyler söyle de dişlerim gacırdamadan uyuyayım yanında..

Yere düşürdüm geçmişini. Siktir edemezsen, uğruna dipnot yazacak birileri. Sen buna savaş mı diyorsun ? Kaldırımından kırılma bir taş parçasını kafama vurduğunda, anlamalıydım zaten. İyi ki varsın, dediğin hep kulaklarımda. Üzerime aldığım başka cümlelerinde vardı senin. "Sen bana amerikanın oyunusun.." Hani simit diyetinde ki martının, komada kine özlem duyması. Off be ! Akrep ile yelkovanın lüzumsuz sevişmesini seyrettim günlerce. Ve, ile başladım cümlelere. Ve sen tarafından artık taşlanan iken, simidinin susamı yakar midemi. Az votka koy çuvalıma da, dökmeden getiremeyim emi..? Her cümleden bir ulama kaybı. Gözlerim herhangi bir silahın namlusuna dikilmiş. Ok mu yaydan çıkmış, yay mı oka sevdalı..? Gelişine söylemiştim ya hani, "Sakın devirme votkamı !"

Kırık kemiklerim ile üşüdüm.
Buğday buldum yerde,
Nimet demedim, dara düşürdüm.
Tutsaklığa kaç gün gerek ?

Yudumluyorum. Yastığım öyle yumuşak, öyle serkeş ki; bir ömür nevresimsizim şimdi.. Yalnız ben değil, nevresim-sizsiniz şimdi !

Mart bitmeden daha çok terleyecek isem, aman üflemeyin terimi..

Sonuç olarak, matemetikte herkes akrabadır !

Sevgiler, Aykut

Daha da fazla gülümseyemiyorum !







1 Mart 2013 Cuma

Burada Ölmeyin Lütfen !

En kötüsü de alkışlayabilmek,
Tutmayan ellerinin parmaklarını da alet ederek.
Ve unutulması geceye dair tüm tiradların.
Öyle serkeş durmak, kolay değil paşam.
Ahh okuyabilseniz dudaklarımı,
Anlamaktan öte, anlatmaya mecalsiz şimdi.

Hasetinden çatlayan cam önü saksılarının,
Tamda altından geçerken kırışmış mecazlarım.
Ayarı var mı gözlerinizin ?
Paşam, tanışlar selam eder ansızın.
Şaka değilse bu yaptığınız, ki değil sanki.
En ucuma tırmanabilseniz dahi benim,
Ancak o denli kafi.
Yalnız, saatli maarife denk düşen,
Zamanlı yada zamansız yürüyüşlerin,
Benden dahi habersiz benin,
Size gelişi ve kalışı yalnızlığımın tam yanında.
Öldürüverin şu sessizliği ki, mümkünse konuşmayalım.
Kapanmalı artık bu dava !

Öksürüyorsunuz paşam; burada ölmeyin lütfen !


Değişmeyen bir şey, Aykut

26 Şubat 2013 Salı

Dünden Bugüne Kalan Mirası Paylaşamayanlar Kulübü

Mutlu insanlar ölmüş geçen mevsimde.
Olmaz deme, yalan saklarım ağaçlarda.
Kalender bahçesindeyiz heyecanların,
Telaşlarımda adın geçer ansızın

Sorun değil hatırlamaman beni.
Zaten sana olan ihtiyacım,
Mide ağrılarımdan farksız değil.
Tuhaf karşılıyorum sevdiklerimi.

Ha öldü, ha ölecek mevsimsiz mutlu insanlar..
Hoşça kalsın karşı kaldırımın serserileri.
Seni özlemek, hiç kolay değil.

Dolmaya müsait, Aykut

24 Şubat 2013 Pazar

İzmaritlerin Danışıklı Dövüşü

Bir adım daha yaklaştım.
Gökyüzünün tükendiği noktanın yabancısıyım.
Olsun dediklerim olmadığı için de kırgın olamadım.
Neresinden tuttuysam kalbimi, kırılmadı.

İnce eledim saadeti.
Daha sık zorlanıyorum düşünürken şimdi.
Bir adım daha yaklaştım.
Ne kadar düş varsa, yaşanmadı.

Durup durup balkonda sessizce,
O en uzun çizgiyi çizdim göz yordamı ile.

Alfabeme dokunulmasın.
Sardunyalar, hoşçakalın.


Sevgiler,Aykut

9 Şubat 2013 Cumartesi

Ekilmemiş Ağaçtan Çiçek Beklemenin Bünyede Yarattığı Boş Çapa

Seni kaybettim ceplerimde. Tırnaklarım kırıldı ama çıkmadı sesim. Öyle hızlı vurdu ki yere meteorun; akşam haberlerine geçemediler korkudan. Bazen en büyük kumar adım oldu. Sen, en çirkini güzellerin; çıkmak zorunda iken menzilimden, çıkma !

Alnı biraz daha geniş oysa, ekmeğini yerken fikrine kırıntı dökülmüş istemeden. Uluyorum içimden bazı anlar. Duyduramadığım için, minnettarım Yaradan'a. Sokakta bir köpek, anadolu yakasının en soğuk akşamı.. Nasılda ağacın arkasında saklandın ve görmezden geliyorken vapurları, kaptanın son seferinde. Sürpriz değildi oysa en çocuk hallerin kanıma işlemişken, taraf seçmem. Sen gökyüzünün evladı; vatanın, menşein ne kadar da başarılı ! Defter yaprakların hala sağlam, ikliminin kapıları örtük mü ? Ört onları. Elimde ki feneri bıraktığım an çuvallayacağım. Gözlerim çalınalı yıllar olmuş zaten. Böbrek bekliyorum bir hastane köşesinde. İşemekten nasıl korkacağım var gel, sen düşün.  Ki bakkalım ben, en üst komşunun uzattığı sepete erişemeyen... Ört onları; ismin gibi, açık alnın gibi, yapamadığım gibi. Tırnaklarım kırık ama elbet çıkar yenisi. Daha önce de kırdım ben bu tırnakları. Etim ile tırnağımın arasından tren geçti. Elimde ki bardağı da düşürmedim aslında. Çaktırmadan bıraktım boşluğa. Ne kadar yüksekte yaşıyorsak demek, hala çarpamadı yere ! Tırnaklarım aklıma geldikçe acıyor. Tercihler çiziyor portlerimizi. Senin ki vesikalık, sekiz adet..Bize göre karşı kıtanın soğuk iklimi öldürmez. Ben belediyenin iftar çadırın da sahipsizim hemde bu kıtada. Dudaklarım nasıl kurumuş, ellerim nasıl çatlamış, fikirlerim nasıl yozlaşmış.. E düşünmeden edemiyor işte insan, bir berenin varisini ve ona değen ellerin çatlak olmadığını.Yıldızım kayalı oldu bayağı. Sen üfleme surrumu aman ! Kopmasın kıyametlerim...

Genç kız çeyizleri idi oysa, tutarsızlığın ilk eseri. Hani, sen benim okul arkadaşım, ebeveyninin dişisinde tiyatro oyunlarımız olmuştu. Masanın hemen çaprazında kareli gömlekli o adam. Taksinin kapısını sert kapatmamdı tek sitemim. Ayağım kaydı, yıldıza takıldım. İçimden göçebe insanları barındırdığım ve nicesinde fısıldayarak konuştuğum bir anda yalnız kalamadım. Benim tarafım senden taraf, güzellerin en çirkini. Anlayarak değil, ağlayarak yaşıyordum oysa. Fırsatını bulduğum an; kırdım şişeyi, kestim bileği. Akıyordun oluk oluk o gece masallarımda. Hatıralar bulutlarda benim kadar, benden öte kayboluşlarımız. Bıyıklı arkadaşların da vardı. Tuhaflığın pençesinde durdum, sen yokken sana sarıldım. Anlatamam derdimi kimselere, kendim dahil. Lakin anlayan taraflarım da tarafını seçmiş. Adalet değil, eşitlik istiyoruz hocam ! Doğru olanı yapmam, kendi eserim.

Öyle sanıyorum ki, özgeçmişim de adın yazacak. Çapraz sorgularda, dikenlere takıldım, çıkmadı sesim. Tıpkı tırnaklarım kırılırken çıkmadığı gibi. Tıpkı senin gibiydi, sesin gibiydi sesi. En açık otopark yanlarımın, kazı çalışmasında su kuyusu bulması kadar doğaldı serzenişin. Ve kısa, ve sorgusuz, ve terk etmeden ve karışmadan.. Aptal ! Keşke, derken; keşke kalmadı lugatımda. Pofuduk kadardı bakışlarım, eser kalmadı suratımda. Tercihim cam kenarı oldu benim. Doğru olanı yaptım ama neyin doğrusu ? Kimin ? İstem dışı kenetlendim kendime o an. O an sesim, sesin gibi; dileklerim de adına benzer olgular.. Ahh, dövsene bir beni klarnetçi, klarnetin kamışı ile. Tutunamadım maceraperestliğine.. Sonra bir ben kaldım. Sonra ben tekrar kaldım iznin ve müsaden ile...  Kordon'da yürürken kimsesizdim. Binlerin içinden koşarak geçtiğim. Defalarca ve ellerim terlemişken hemde; sana "sen" diyemediğim. Öldür işte kapansın şu defter, nasılsa vurulmuşum bin yerimden ve sakatım da aklımın bulunduğunu sandığım beden kesitlerimden. Sancıyor, sancısı geçmek bilmeyen. Bir baltam olsaydı eğer ve eğer gümüşse sunduğum çiçekler. Saplarım baltamı gübreni ektiğim yerlerimden. Dahası, buruk bir yaşama sevinci oldum. Kahretsin bir baharda bayramsız ve tutarsız. Çok sevinemiyoruz sank seninle yakın iken.. Ve ellerimde yedi karanfil. O çölden koşarak geldim ben. Ütüsüz bir güne başlıyorum. Beri gelsen azıcık bu yanı. N'olur ?

İlk perdesi yaz iken, ikinci perdeye kış gecikmedi.

Armudun sapından ev kurdum, üzümün çöpünde meşakkatli tebessüm yetiştirdim.

En doğru tercihi bildim. Sigaramı ters yakıp, kül rengi ateş ettim.


Sevgiler, Aykut


yolumun üstüydü, sekteye uğradım.

21 Ocak 2013 Pazartesi

Manav Tezgahında Gülüşmeler Sempozyumu

Karanfilden adam yapamadım.
Çiçek sandım çizgide duranı.
Tokat gibi inerken gözlerime,
Kulaklarım kalbe zarar.
Duyurma saçmalıklarını !
Kinim azıyor,
Uykum kaçıyor,
Ve senden nefret ediyorum.

Hem kelinim, hem uzun saçlın.
Tarayamadığın !
Buluştuğumuz tatlıcının damak tadıyım,
Bir kavga arası serserilikten yorgun.
Bitap düşmüş duygularım.
Kelimelerim de lal olmuşsa demek,
Demek artık bu kalburluğa katlanamıyorum.
Çekip, gidememek gerek !

 Koca bir bok, Aykut

20 Ocak 2013 Pazar

Tarlanın Farelerle Orantısı

Ya uslu durursun bahçesinde güzelliğin, yada dikenlere muhalif olup güçlü olmak zorunda hissedersin kendini.

Çok küçüktük, insanları sokup zehirleyebilen arıların bile bizlere masum geldiği yıllardı. Kimse suçsuz değildir.  Bu ayakkabıyı giyemiyorum. Allah kahretsin ! Sen, yalnızlığıma kalkan olduğunu sanarak istediğin düdüğü öttüremezsin. Mahalle bakkalından bir örnek verdi bana geçen sene. Sus, dedi. Ayaklarımın altı pişti. Mutsuz görünen tabloların ressamları ağlamadı henüz. Güle oynaya bir seneyi daha devirdik bulutlarla. İşte ya bunu bunu yapma be kadın; yada götünü kaldırma, pohpohlanmasın egon. Tavan boyası yetiştiremiyorum sana. Anlaşamadık abiler ile verdiler yolu. Biletimin ucu yırtılmış ses etme. Anlatamıyorum.

Güçlü kadın olma sakın, güçlü sanırsın kendini. Usulca ağladığın odan küser sana sonra. Ormanda kaybolmuştuk. Rüzgarın en şehvetli uçurduğu, zil çalan eteklerim. Abi, koskoca adama nasıl dersin bunu. Düşünemiyorum, biliyor musun ? Hayır, ceketimi alsam üşümezdim. Tahminlerim beni yanıltmıyorsa doğru yerdeyiz. Senin doğrun, benim yanlışım yiğidim. İnatçı olmak, güçlü olmak demek değildir ! Güç sahiplenebilmektir sevdiğini, koşulsuz. Sevmiyorsun sen. Hiç dayak yememiş gibi konuşma lütfen. Ağzıma kan doluyor konuştukça anılarımdan. Biraz daha aşağıya doğru kaşırsan mutlu olmayacağım. Tarif edemiyorum ki karanlığı, bize yaklaşan. Ulan ! Sen neyin muhasebesindesin o zaman ? Astarı yırtıldı ceketimin. Giyemedim o gece. Filmin en güzel yerinde, insan konuşmak istiyor. Karakterlerin, karakterini sikeyim ! Bana muhasebe deme, yalanlarını örtmeden. Uzansana şöyle, kaşınan ben değilim. E madem seviyorsun, niye maraz çıkarıyorsun ? Sen uzaklaşsın, seni sevmesin diye mi ? Hayır abi, ceket diyorum sana. Bedelini ödemelisin. Kahve nasıl olmuş ? Ben namazı bırakmadım ki ibadet şeklim değişti yalnızca. Utanması olsa azıcık, açmazdı kış günü böyle yeşil yeşil. Anlatamıyorum.

Bazen nefret edip, bazen sevemezsin. Her ne kadar sınırda olsa da çizgin. Kuralına göre oynadın da sana güçsüz mü dedik ..?

Ocak bitmeden yazdırdın bana. Anlatamıyorum derdimi.


Boşluklar, Aykut