21 Eylül 2017 Perşembe

Tamiri Olmayan Günlerin Güllere Hezeyanı (Çarşaf kullanılmamıştır)

Bilerek gelmiyorum buraya. Mezar kokusunun gittiğini düşündüğüm için buradayım şu an. Yeniden dünyaya gelmenin formülünü yanlış vermişlerdi; yaşayarak doğrusunu buldum. Şimdi, şurada kendimi tanıyor ve az çok tanımlaya biliyorsam buna kişisel reankarnasyonum diyebilirim. Sizde diyebilirsiniz. Size, siz de kim oluyorsunuz demeyeceğim. Kimselere gitme derken tereddütlerde kaldığım gibi. (dersem n'olur kızmayın)

Saçı uzun, ekseriyetle kesmeyi düşünen ve bir bardak suyun gecenin bir vakti hayat kurtarabildiğine vakıf olan insan müsveddesi olduğum bir gün; şehrin balık tutan ve türlü hikayeleri bulunan insanlarının "köprü" denildiğinde aklına tek gelen köprüde iki kişiydim. (Nokta koymak zor geliyor yaşamın genelinde insana. Kıyısında durduğu derede oltasına balığın ha vurdu ha vuracak bekleyişleri gibi. Çekemiyor oltasını bir türlü; sabırsız da aynı zamanda.) Köprünün trafiğe açık alanlarında hiçte simetrik olmayan otomobil park edilişleri canımı sıkar, simetrisi bozulan perspektif bakış açım insanları kınardı ama iki kişiydim. Trafiğe açık olan ve şeritler bulunduran bölüm ile yayalara tahsis edilmiş bölümü ayıran taştan yükseltinin üzerine oturup, içimden geçen şarkıyı mırıldanmaya devam ediyordum. Etrafım karışık bir kalabalık ve şehrin o stabil gürültüsü kulaklarımı doldururken türlü düşüncelere gark olan aklım yanımda değildi. Çapraz köşede ki adamın oltasına vuran balıkları sayıyor, kovasında hala yaşama tutunmaya çalışan diğer balıklara içten içe ama belli etmeden üzülüyordum. Derken bir anda kocaman bir gürültü cereyan etti yolun karşısında ki yayaların bulunduğu yerden. Cadde oldukça akıcı ve ansızın karşı yola koşularak geçilmesi nerede ise imkansız ve kötü sonlar doğurabilecek durumdaydı. Yine de koşmayı tercih ederek köprünün alt geçidine doğru hızlandım. Mevsimin soğukluğunda, yüzümüze gülmeye çalışan güneş beni üzerimde ki esvatlarımında yardımı ile ter bezlerimi çalıştırıyordu. Olsun. Yine de karşıya geçmekti gayem. Karşıya geçerek, gerçekleşen olayın ana hatlarından birinde bulunmak. Nitekim alt geçidi kullanarak oraya vardığımda anlam veremediğim diyaloglar işitiyor ve yerde yatan birinin gözlerini gözlerimden kaçırıyordum. Bana bakıyordu ! Belki oraya koşarak vardığım için beni tanımaya çalışıyordu; belki de o an tanımak istiyordu. Üzerimde ki kahverengi kaşe montumu çıkartarak üzerini örtmek geldi içimden. Onun üzerinden ise bir şey akıyor ve kan değil belli ki. Belli ki anlatmaya çalıştığı bir şeyler var. Sanki diyorum kendime; sanki beni söylemek istiyor. Hayır ! Ben yapmadım bir şey ! Dedim kendimce ve ayak parmak uçlarımdan yukarıya doğru salgıladığım korku hissi kaplarken içimi, yerde yatanı tanımak için kendimle savaşıyordum.

(Devam edeceğim belki. Belki de etmem. Ne bileyim.)


İçimden geçen trenlerin altında ezilen olmuş.
Oh olsun, karşı kaldırımdan seslenmeyenlere.
Hemde tanıdığı halde pelerinimden beni
Tuhaflık seramonilerinde bir kayıtsız.
Yazmamışlar adını kocaman sayfalara,
Sığmadı belki, utandı insanlığından karanlığının.
O ben mişim demek bakışlı ellerimde ıslaklık var.
Teskin etmeyin beni abiler !
Nefesim yettiğince bağırmanın anlamsızlığını,
Uzun koşarak konuşamamanın sergüzeştliğini,
Kendime yakıştıramadığım çok mu belli ?
Hepsi ben olamasam bile yarısı olabilmek,
Şiirde geçen hattat izzet sokakta bulunabilmek,
Sürmeli gözlerde şiir nedir tanımlayabilmek,
Yakışmıyor işte.
Var olsun uçsuz ormanlar yine, yine de.

Oturduğum sandalyenin tek bacağı olmamasından çok,
Ve ile başlayan cümlelerin bitmemesi de acımasızca.
Geliyor bazen insana bir dik başlılık, hemde kaygısızca.
Sırt dediğin, herkese sıvazlatılmaz ya..


Saygılarımla.
Öteki günlerinde, Aykut.

Anahtar Tanrı'da !

la fa, la sol. la fa, la sol..














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder