6 Ağustos 2013 Salı

Karanlık Montlu Aydınlık

Sanki ne kadar uzun adımlar atarsak, o kadar daha çileğe bulanacağız. Anlıyor musun ? Doktor ! Tanrı senin biletini kesmiş. Tam 5 kere Alsancak'ta sabahladım ben, sırf seni dinlemek için. Ve peşinden koşarak, kirli ama belli etmeyen kaldırımların ve senin. Bulduğum hiçlerde dahi adın vardı. Ahh kahretsin dostum. İzmir seni beklemeyecek !

Mutlaka şehir nüfusuna kayıtlı olmalısın. Mutlaka bir oy pusulasına, benim için olmasa da eveti basmışsındır. Aynı gecenin mutsuz neferi olmuşsundur sende düpedüz. O sabah ki güneşte kalan gazetenin en sıcak yanını basıyorken yüzüne, deniz milleri öteden sana sövmeme; sende, bende utanacağız. "Neden dudaklarında ki renge aldandım?" dedim sonra ben kendime. Elimde bir bilet, yahu ey kurban olduğum ve ne kadar telefon rehberi varsa bu şehirde ve sen ne anladıysan şimdi bundan.. Allah ım nasıl bir yara nasip olduysa şu içimize, böylesi bir karanlık montlu aydınlık. Biraz ötesinde dibi delik bir çaydanlık barındıran insanlar. İklim sana dargın, kendi memleketinde. Saatin hala ya buçuklu ya çeyrek. Sana evvel zaman gerek.

Bedelsiz semtlerinde uyandım bu sensiz gecenin. Daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Çantamda bazı sırlar var. Ha anlattım, ha anlatacağım; önüme gelen ilk otobüs durağında birilerine. Sen bu enstrümanın en ince telinden ne anlardın ya, burada olaydın tabi. Oysa bittabi sen müzisyeni, birbirine aşikar bestelerin. Hani o, onu o sandığın hakikatsiz geceler. Sabahında sular seller oluverirdi. Kelimeler anlam bakımında değer yitirir. Geçmişine şöyle en cebellisinden okkalı bir küfür savururken hemde. Bir selam çakıp, yaktım sigaramı. Borsaya endeksli gibi görünen iç çamaşırı sempozyomuna katılamadığım gece, içinde silah gibi şeyler barındıran bir kuvvet kolluğunun rütbesi geniş adamı ile sende bana selam göndermişsin, aldım. Başım üstüne. Bu mektupvari yazımda kimi öldürmek istediğim apaçık meydanda iken, ben alet yoksunuyum. Kesici ve delici neyim varsa gömdüğüm toprağa nasıl olsa hepimiz gireceğiz bir gün. İsimsiz semtinden bir iyi geceler patlatıyorum sana. Daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Sokak lambalarını temiz tutmayı başaran güvercinlerdi bunlar. Her mahallenin kıraathanesinde az şekerli kahve söyleyen emeklilerin dilinde sana her gün söylediğim şarkı. Notalar senli benli ya işte. İlk şarkılarımda ki sizli bizi de unutmadım. Ne kadar yakın olduğumda seviye kaybı yaşadım, bilememiştim. Hani o senin sarhoşlu cümleler kurduğun gece oldu sanırım. İçimde en kar yağan yaz günü karmaşası. Tuhaf kokan nevresimlere sarılıp, ağzında ki salya ile kadrajlarımdan kaçamaman. Gülümseyerek bakıyorum takvimlere. Hiç denize kusmadım ben, seni götüren trenlerin dışında. Hatta hiç o denize küsemedimde. Biliyor musun ? O deniz biraz koylu, biraz yosun esanslı, biraz cabbar. Ben bikinilerini yıkıyorken geceden, sen rahat birşeyler... Hişştt, sakin ! Sana her baktığımda, gömlek değiştiren yılanın hikayesi, tavşana karşı boş olmayan bir kaplumbağa... Hey doktor ! O senin tanrın biletini kesmiş olabilir. Fakat sen kader nedir bilir misin ? Bilmeyen dostlara da ayrıca selam olsun. Onlar için de türlü çaylarım var benim. Sırası geldi mi neden olmasın..? Gıpta ederdim yere düşen şeyleri üfleyerek yemene. Neyi neresinde anlattığımı bilmiyorsun. Hatta daha da ilginç olan yanı bende vuruldum sana kırkpınar güreşlerinden. Ön protokolde izliyorken sen  ve ben daha kim olduğunu bilmeden, tanımadan ve sövmeden henüz. Neyse, sen istediğin kadar mutlu görün şimdi. İstediğin kadar tavuklu şeyler tüket. Hasret bağını mor botlarına bağcık et. Nasıl olsa, İzmir seni beklemeyecek !

İçimde tümleçler uçuşuverdi,
Kanatlandım bende nicelerinden.
Adımların beni tek tek sarıverdi,
Bu denli gamsız sevişmelerinden.

"Neden dudaklarında ki renge aldandım ?"

"Olsun dediklerimiz zaten olmuyor."


Yalvarırım yanlış anlaşılmasınlar, Aykut



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder